Sevgili Metin Erksan… Haber geldiğinde, içimden ilk anda, “Öfke dindi… Artık dinlenebilirsiniz” sözleri geçti. Sonra “Yılanların Öcü”, “Sevmek Zamanı”, “Susuz Yaz” ve “Kuyu”dan, beni hiç ama hiç terk etmeyecek kareler geldi yerleşti yüreğime… Bir de öfkeniz, öfkenizi bütünleyen alçakgönüllülüğünüz!
Sonra 70’li yıllarda Sanat Dergisi’ne Halit Refiğ’le birlikte adeta baskın yaparmışçasına gelivermeniz, “Bu dergide daha çok, daha çok sinema olmalı” diye kükreyişiniz…
Bundan böyle artık sizi hep o gazetedeki odamıza daldığınız, genç, yakışıklı ve öfkeli halinizle anımsayacağım. Biz dergiyi çıkaranlar için, daha 30’lu yaşlarda kendi özgün sinema dilini ve biçemini yaratmış, kendini kanıtlamış ünlü bir sinemacıydınız!
“Sanat sanat için mi, toplum için mi” tartışmaları ortasında, siz hiç kokmadan, çekinmeden “kendim için!” diyen, diyebilendiniz. Sanatçı, tek başına kendi seçimleri doğrultusunda sanat yapıtını yaratandı. Bir kez sanatçının elinden çıktıktan sonra, değerlendirmeyi izleyici yapacaktı. Gerisi boş iddialardı...
“Daha çok sinema yazısı” diye kükrüyordunuz ve dergiye sürekli katkıda bulunan Halit Refiğ sizi yatıştırmaya çalışıyordu. Ama zaten Onat Kutlar, Tuncan Okan, Burçak Evren, Atilla Dorsay, Alim Şerif Onaran, Erman Şener, Sungu Çapan gibi isimler sürekli sinema yazarlarımız arasındaydı. Ama yetinmiyordunuz!
Trenden komünizm olursa...
TRT için “Beş Türk Hikâyesi”ni filme çektiğinizde, ilk üçü gösterildi ve kıyamet koptu. Sait Faik’in “Müthiş Bir Tren”, Kenan Hulusi’nin “Sazlık” ve Samet Ağaoğlu’nun “Bir İntihar” öyküleri… İzleyici ve eleştirmenler ikiye bölünmüştü: Sevenler ve nefret edenler. Bunun üzerine TRT en olmayacak şeyi yaptı ve henüz gösterilmeyen iki filmi Sabahattin Ali’nin “Hanende Melek” ve Tanpınar’ın “Geçmiş Zaman Elbiseleri” filmlerini yasakladı… Bu kez yasağa karşı kolları sıvadık… 1976’daydı…
Hiç unutmuyorum; yine gazetemizdeki odamızdaydınız ve sorularımızı yanıtlıyordunuz. Bir sağcı gazete Sait Faik’in öyküsünü televizyonda izledikten sonra şöyle yazmıştı:
“Bir devri simgeleyen tren sessizce çekip gidecek ve istasyona halkın beklediği tren girecektir. İşlenen temaya göre bu tren komünizmdir...” Ayrıca yazıda pencereden bakan sakallı adamı özellikle Lenin’e benzettiğiniz; filmi çekmek için Kızıltoprak istasyonunu özellikle seçtiğiniz vurgulanıyor, “Böylece Kızıltoprak istasyonunu, kızıllar, Kızıl Toprak şekline dönüştürmeyi başarmışlardır” deniyordu.
Şimdiki gençler bunu anlamayabilir. Ama o zamanlar öyleydi…
Ah o gün ne çok gülmüştük bu gazete kupürünü okuyunca… Siz kahkahalarınızın arasında “Trenden komünizm olursa, benden de kızıl olur” diyordunuz…
Sansürle işbirliği yapan aydınlar
Hiç unutmuyorum; bir ara seks filmleri furyası almış başını gidiyordu. Bunlara sansür uygulanmalı mı uygulanmamalı mı tartışılıyordu…
Yine size başvurduğumda, verdiğiniz yanıt, tüm öteki yönetmenlerin yanıtından çok farklıydı:
“Yeryüzünde her toplumsal oluşum ve eylemin bilimsel bir açıklaması vardır. Eğer seks filmleri furyası üzerinde böyle bir bilimsel araştırma yapılsa, bu eğilimin doğal olduğu ortaya çıkar. Bir şeyin doğal olduğunu varsaymak ille de onu yapmak değildir” deyip “Sinemanın profesyonel onurunu ve seyirciyle ilişkilerini, diğer toplumsal, ekonomik, politik, kültürel ve estetik onurlardan ve bu öğelerin insanlarla ilişkilerinden ayrılamayacağını” vurgulamıştınız.
Ama yaşam boyu en büyük öfkeniz hiç kuşkusuz, Türk sinemasını yok sayan, görmezden gelen, sizin deyişinizle “Türk sinemasını aşağılayan, küçülten, kötüleyen, böylelikle sansürle işbirliği yapan aydınlara”ydı…
Sevgili Metin Erksan, sizin öfkeniz, bilimsel yaklaşımlarınız ve eserleriniz, nicelerine yol gösterdi. Ne denli teşekkür etsek azdır!
Yorum Gönder