Anlamadan, incelemeden, önünü ardını düşünmeden her konuya balıklama dalmaya halk arasında “sazan gibi atlamak” deniyor. Bu benzetmenin nedenini balık avcılığına merakı olanlar bilirler; sazan balığı iri cüssesine karşın tatlı suların en akılsız canlısıdır. Balıkçı, oltasını atmadan önce suyu yemler. Bu yemleme için en uygun malzeme haşlanmış tahıldır. Lapalaşan tahıl çamurla karıştırılarak avuç içine yerleşecek büyüklükte toplar yapılır; bunlar güneşte iyice kurutulduktan sonra suya atılır. Yavaş yavaş yumuşamaya, çözülmeye başlayan yemler balıkları suyun o bölgesine çeker. Bundan sonra yapılacak iş oltayı suya sallandırmak, sazanın oltanın ucundaki yeme atlamasını beklemektir.
***
“Askeri casusluk”, “fuhuş”, “şantaj” gibi dehşetengiz suçlamaların yer aldığı, çoğu asker 56 sanığın yargılandığı, sonunda da tümünün bu suçlamalardan aklandığı dava İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk açıldığında, yukarıda tırnak içine aldığım o sözcüklerin üzerine atlamış, yazılar döşenmiş medya sazanlarımız bu aklama kararı sonrası derin bir sessizlik içindeler. Utandıklarından mı? Yüzleri kızardığından mı? Sanmıyorum. Belki boyunlarını sıkan tasmalarını biraz gevşetmişlerdir, o kadar!
Oysa ne zengin bir malzemeydi bu dava onlar için. Fuhuş çeteleri tarafından yurtdışından kadınlar getiriliyor, teğmenden generale askerlere sunuluyor, pornografik görüntüleri kaydediliyor, sonra da bu görüntüler kullanılarak askerler casusluğa zorlanıyordu. Her şey ABD sinemasında sıkça rastlanan gerilimli bir aksiyon filmi gibi kurgulanmıştı. Medya sazanları, kadın-erkek subaylarımızı karalamaktan özel bir zevk alıyorlar, içlerinde topladıkları kinlerini, öfkelerini kusuyorlardı.
Sazan balığı, oltada yeme yaşamsal varlığını sürdürebilmek için atlarken medya sazanı bir konuya atlarken bunu beslendiği iktidara karşı üstlendiği yükümlülüğünü yerine getirmek için yapıyordu. Medya sazanı kötücüldü; onun için insan onurunun hiçbir değeri yoktu. İnsanlar kötülenebilir, üretilmiş yapay kanıtlarla suçlanabilir, aşağılanabilir, itibarsızlaştırılabilirdi.
Dün Orhan Bursalı köşesinde yazdı: “Ankara’da bir yargıç, casusluk ve fuhuş operasyonlarına bir polis tertibiyle dahil edilen ve ‘çocuk pornosu’ bulundurmakla suçlanan Binbaşı Tamer Karslıoğlu’nu beraat ettirdi. Yargıç beraat kararına ‘Sanığı aşağılayıcı bir suçla suçlamak isteyen kötü niyetli kişi veya kurumlar tarafından bu DVD’nin, diğer el konulmuş eşyalar arasına konulmuş olabileceği...’ cümlesini” yazdırıp bu tür davalarda sıkça kullanılan “üretilmiş yapay kanıt” gerçeğini tutanaklara geçirmişti.
Medyamızın sazanları iktidar yalakalıklarını liberallikleri/özgürlükçülükleri ve demokratlıklarıyla gerekçelendiriyorlar. İyi de özgürlükçü olmak, demok-rat olmak “adil” olmanın önünde bir engel midir? Hukukun temel taşlarından biri olan “masumiyet karinesi”ni (suçsuzluk ilkesi) hiç dikkate almadan, daha sonra casusluk, fuhuş, şantaj suçlamalarından aklanmış onca insana karşı yürütülen, o insanların meslek yaşamlarını bitirmiş, onurlarının çiğnenmesine yol açmış bir kurgunun parçası olmuşsun, çarşaf çarşaf yazılar döşenmişsin, bu aklama kararından sonra o insanlardan özür dilemek aklına gelmez mi? Ya da kişilik düzeyleri bunun aklına gelmesini mümkün kılamayacak ölçüde çukurlaşmış mıdır?
***
Bilgi Notu: Bu dava, 28 Nisan 2010 tarihinde Emniyet’e mail yoluyla gelen bir ihbar sonucu açılmıştı. Aralarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden üst düzey subayların da bulunduğu bir çetenin fuhuş yoluyla kilit isimleri kandırdığı, kontrolü altına aldığı iddiası yer alıyordu. Savcı Fikret Seçen’in hazırladığı iddianame 10 Şubat 2011 tarihinde tamamlanmış, ardından da 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından oybirliğiyle 23 Şubat 2011’de kabul edilmiş, ilk duruşması 20 Nisan 2011’de yapılmıştı.
Bu davanın 56 sanığının tümü casusluk, fuhuş, şantaj suçlamalarından aklandı. 44 sanık ise “bulunamayan” bir örgüte üye olmak, yardım etmek, bu örgüt adına “devletin gizli belgelerini temin etmek, özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydetmek” suçlarından çeşitli cezalar aldı.
Herhalde ileride bu davanın bir filmi yapılır, sinemalarda izleriz. İzlemeye değer mi, değer..
Yorum Gönder