Türk asıllı bir müfessir olan Cârullah Zemahşerî (ölm. 538/1143), Keşşâf adlı anıt tefsirinde, Mâûn suresinde ele alınan riyayı ‘şirkin bölümlerinden biri’ olarak tanıttıktan sonra şu hadisi naklediyor:
“Riya, siyah karıncanın karanlık gecede siyah yün kaftandaki yürüyüşünden daha sessiz ve sinsice yol alır.”
Büyük müfessir şunu da söylüyor:
“Bu surenin dikkat çektiği hal üzere olan nice ‘İslam’ damgalı kişi vardır. Hatta bunlar içinde bu riyakâr sıfatına müstahak nice ‘ulema’ unvanı taşıyanlar vardır.” (Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an Hakaiki’t-Tenzîl, 4/289-290)
Mısırlı müfessir Ahmet Mustafa el-Merâğî (ölm. 1952) bu surede namazları ‘lanet’ ile anılanları anlatırken şunları söylüyor:
“Evet, onlar namaz kılarlar; fakat yaptıkları ameller sadece halk görsün diyedir. Mallarından başkalarına bir şey verme yükümlülüğüne asla girmezler. Bunların namazları kendilerini ‘dini yalanlayanlar’ çizgisinden kurtarmaz. Kamu hakkı talancılarının, kendilerini ‘İslam’ damgasıyla damgalamaları veya bu damgayı taşımamaları hiçbir fark yaratmaz. Allah’ın hükmü tektir. Aşırılmış isim ve unvanlar bu hükmü değiştirmenin gerekçesi olamaz. Taşınan o unvanlar ve isimler, gerçek anlamlarıyla Cenabı Hakk’ın muradına uygunluk arz ettiklerinde bir değer taşırlar.”
“Dini tasdik edenleri dini yalanlayanlardan ayıran nitelikler adalet, merhamet ve insanlara iyiliktir. Bu nitelikler yoksa din de yoktur.” (Ahmet Mustafa Merâğî, Tefsir, 10/250)
‘MÜSLÜMAN’ MASKELİ ŞİRKİ DEŞİFRE EDEN SURE
Mâûn suresi, üstüne ‘İslam’ maskesi geçirilmiş gizli şirki deşifre eden bir suredir. Onun içindir ki, riyakârlık yoluyla şirke batmış dincilerin korkulu rüyası bu suredir.
Unutmayalım, Kur’an’a karşı çıkan Mekke müşrikleri dinsiz değillerdi; Allah’ı kabul ediyor, ibadet ediyor, namaz kılıyorlardı ancak Allah’ın yanına yedek ilahlar koyuyorlardı. Yani aynen bugünkü türbeperest, Mâûn mücrimi, ‘efendici, hazretçi’ dincilerin yaptıklarını yapıyorlardı. Yani, “Allah var ve en büyük kudretin sahibi O, ancak bizim ‘şefaatçı, aracı’ efendilerimiz de kenara itilmemeli. Allah’ın yanında onlara da yer verilmeli” diyorlardı. Evet, istedikleri tek şey buydu.
Mâûn suresinin gösterdiği gerçek şudur: Hem namaz kılıp hem de ‘dindar’ maskesini kullanarak kamu hakkını talan eden kişi, bu yaptığıyla ‘muvahhit inanmışlık’ sıfatını yitirip ‘müşrik inanmışlık’ sıfatını almıştır. ‘Müşrik inanmışlık’ tabirini de Kur’an’ın bir ayetinden aldık. Kur’an, bu meselede, daha sarsıcı bir hakikate parmak basıyor: İnsanlığın büyük çoğunluğunun müşriklik hali içine girmeden Allah’a inanmayı başaramayacağına dikkat çekiyor. Şöyle diyor Kur’an:
“Onların çoğu, müşrikler durumuna düşmüş olma hali dışında Allah’a iman etmez.” (Yusuf, 106)
Şirk bir ateizm ve dinsizlik olmadığı için, bir insan, Allah’a ve dine inandığı halde müşrik olabilir. Nitekim Kur’an’ın birçok ayeti, Mekke müşriklerinin bu nitelikte insanlar olduğunu açık ifadelerle bildirmektedir.
Kur’an, bırakın başkalarının mallarını çarpmak için riyakârlığı, kişinin kendi malından başkalarına verirken işe riya bulaştırmasını bile ağır ifadelerle kınıyor:
“Ey iman sahipleri! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara riya için malını dağıtan kişi gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek sûretiyle boşa çıkarmayın! Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak varken tepesine şiddetli bir yağmur inip kendisini cascavlak bırakmış yalçın bir kayanın haline benzer. Böyleleri, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.” (Bakara, 264)
“Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe inanmazlar da halka gösteriş olsun diye mallarını dağıtırlar. Arkadaşı şeytan olan için ne kötü arkadaştır o.” (Nisa, 38)
Yorum Gönder