Neredeyse iki haftadır Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde, ilçeye 3 kilometre uzaklıktaki Goman Dağları’nda büyük çaplı bir çatışma sürüyor. AKP rejimi, Kuzey Suriye’nin, PKK çizgisindeki, himayesindeki PYD’nin kontrolüne geçmesine odaklanmışken oldu bunlar. PKK, Şemdinli’de büyük bir gövde gösterisine girişti. Kimi yorumcular, bunu “PKK’nin, 1990’ların başlarında yapmaya çalıştığı gibi Şemdinli’ye girmek, kamu binalarını işgal etmek, PKK bayrağını dikmek, halkı güvenlik güçlerine karşı kışkırtmak ve bu ilçede egemenliğini ilan etmeyi planlaması” olarak ifade ediyor. Bu, TSK ya da devlet odaklı yorumlara göre, “Zamanlama, Suriye’deki gelişmelere ayarlıydı. Kuzey Suriye’de bazı yerleşim yerlerinin kontrolü PYD’ye geçerken, Şemdinli de PKK’nin eline geçmiş olacaktı. PKK, 1980’lerin sonlarında, 1990’ların başlarında Şırnak’ta, Cizre’de, Eruh’ta benzeri girişimlerde bulunmuş, ‘kurtarılmış bölgeler’ yaratmak istemiş, güvenlik güçlerinin uzun mücadeleleri sonucunda yine başarılı olamamıştı”…
Acaba böyle mi? PKK’nin “kurtarılmış bölgeler” elde etme stratejisinin yeni bir pratiği mi? PKK, küçük küçük kurtarılmış bölgelerden, kendisine bir Kürdistan kurma derdinde mi yine? Yine diyorum, çünkü bu, PKK’nin 1990’ların sonlarında terk ettiği stratejisiydi. Abdullah Öcalan, yakalanmadan önce, ayrı bir Kürt devleti kurmanın doğru bir hedef olmadığını, Türkiye’nin -hatta diğer 3 parçada- toprak bütünlüğü içinde Kürtlerin, demokratik haklarını savunmanın daha doğru olduğunu ifade ederek bu stratejiyi terk etmiş ve o günden sonra Kürt siyaseti daha sivil, daha kitlesel ve yerel demokrasiyi genişletmeyi hedef alan bir mücadele stratejisi yürütmüştü. Yerel yönetimlerde, çoğu Güneydoğu’da olmak üzere 100’ün üstünde belediyede seçim kazanılmış, 2007 ve 2011 genel seçimlerinde TBMM’ye grup kuracak kadar milletvekili sokulmuştu, birçok baraj engeline, sayıları 7-8 bin tutukluya vardırılan insafsız KCK operasyonlarına rağmen...
Kürt siyasetinin 2000’li yıllardaki yeni stratejisi, anayasada eşit yurttaşlık ilkelerinin yer alması, anadilde eğitim, tüm Türkiye’de demokratik özerklik düzeni şeklinde ifade edilmişti. Bugün, “Özerk Kürdistan, başkent Diyarbakır” sözleri ile birçok köşe yazarının diline doladığı Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, son olarak 26 Şubat 2012’de Ankara’da TBMM’de, bir komisyonda, anayasadan neler beklediklerini, hiç de “özerk Kürdistan” anlamına gelecek biçimde ifade etmemişti. Peki ne demişti? 27 Şubat tarihli birçok gazetede yer alan haber şöyleydi: “…45 dakika planlanmasına karşın 1.5 saat süren görüşmede Baydemir, Kürt halkının dil ve kimlik taleplerine cevap verilmesi gerektiğini belirterek, dili anadilde eğitim hakkını vererek, kimliği de bölgesel yönetim sistemine geçerek çözebiliriz” dedi... Komisyonda, önerilerinin ne olduğunun sorulması üzerine de şunları söylemişti: “…Önerdiğimiz, ademi merkeziyetçiliğe, yerinden yönetime davettir. Yerinden yönetimin temel perspektifi kimi karar mekanizmalarının yerelde oluşturulmasıdır. Şüphesiz ki yerindenlik, merkezi tümden ortadan kaldırmaz. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de resmi dil bütün Türkiyeliler için Türkçe olmaya devam edecektir. TBMM, Türkiye halklarının ortak iradesi ve ortak platformu, ortak meclisi olmaya elbette ki devam edecektir. Bugün Ankara’da mevcut bulunan kimi merkezi kamu organları, yine olmaya devam edecektir. Ama bununla birlikte Türkiye’nin yerinden yönetilebilmesi için, çağdaş dünyayı yakalayabilmesi için ve altını açıkça çizmek istiyorum, akan kardeş kanını nihayete erdirebilmek için bölgesel yönetimi elzem görüyoruz.” Bölgesel yönetimi sadece Kürt yurttaşların yaşadığı bölgeler için değil Ege, Marmara gibi bütün bölgeler için önerdiklerini belirten Baydemir, “Bir yeni idare, siyasi yönetim modelini öneriyoruz” diyordu. Yani “Demokratik Özerklik”ten anladıklarını anlatıyordu Meclis’e…
***
Peki, ne oldu da bu söylemden çok değil, 4-5 ay sonra “kurtarılmış bölge” çizgisine dönülmüş olsun? Baydemir’in ayranını Suriye’deki Kürt oluşum mu kabarttı? Sanmıyorum. PKK, barışcı görüşmelere, müzakereye yanaşmayan, daha da ileri giderek Suriye’deki Kürtleri bile tehdit etmeye yeltenen AKP rejimine, dünya âleme seyirlik olsun diye, güç gösterisine girişti. “Alan savunması” diye tabir edilen, kitlelerle bütünleşerek coğrafyada yerleşme ve rejimi işlemez kılma hamlesini deniyor. Vur-kaç taktiği değil, halkın içine yerleş, vur-kal gibi bir iddia taşıyor bu hamle. Bir tür ‘silahlı propaganda’dır bu. Ve gücünü tamamen yerleşik halkın desteğinden, onlarla bütünleşmekten alıyor. Oldukça cüretkâr ama, Suriye Kürt hamlesi ile özgüveni artmış, moral kazanmış PKK’nin cesaret ettiği bir hamledir. Buradan verilmek istenen mesaj: “İstersek bu bölgeler bizimdir, istersek biz yönetiriz, ama bizim istediğimiz ‘kurtarılmış bölgeler’ değil, Kürtlerin yaşadığı tüm Türkiye’de, eşit yurttaş muamelesi görmektir. Bunun anayasal, yönetsel güvencelerinin sağlanmasıdır.”
Alan savunması, AKP rejimini kitleler önünde yıpratacak, çaresiz gösterecek bir oyun planıdır ve sonunda AKP rejimini müzakereye zorlama hedefli bir propaganda türüdür. Amacına ulaşabilir mi, bekleyip göreceğiz.
Yorum Gönder