İslam literatüründe silahlı mücadele anlamı “gayrimüslimlerle savaş” demek olan “cihad”; ne gariptir ki bir halife tarafından son kez, gayrimüslimlerle kurulan bir ittifakı savunmak için açıldı!
Başka bir deyişle, Halife Sultan Reşat’ın 14 Kasım 1914’te ilan ettiği “cihad”la tüm İslam âlemine yaptığı “küffarla mücadele” çağrısı, Osmanlı devletini “kafir” Almanlarla el ele, omuz omuza savaşacağı Birinci Dünya Savaşı’na sokmak içindi...
1970’lerden bu yana kendinden menkul İslam otoriteleri, kendi çaplarında pek çok “cihad” açtılar “kafirlere” karşı. Ama Hilafet’in meşru bayraktarı Sultan Reşat’ın açtığı sonuncu “cihad” Almanlarla ortak bir savaş uğruna yapılmakla kalmadı, sonraki Halifeleri de “kafir” Almanlarla işbirliği sonucunda kutsal topraklardan çekilmek, hatta Hilafet başkenti İstanbul ve hemen tüm Anadolu’yu elden çıkaran anlaşmalar yapmak, zorunda bıraktı.
Dost “küffar”la ittifak için açılıp, hilafet makamının düşman “küffar” emrine girmesiyle biten son meşru “cihad”a ilişkin bu çıplak gerçek, epeyce utanç verici olmalı ki, hemen hiç dillendirilmez! Halifeliğin kaldırılmasına pek hayıflanan ve Osmanlı’nın hilafet bayrağını yeniden dalgalandırmak için yanıp tutuşanlar görmezden gelir, bilenler de bildirmemeye özen gösterir.
***
Oysa o cihad, salt Halife Sultanlara diz çöktürüp mülkü parçalamakla kalmamış, Mondros Mütarekesi’ne kadar 400 bin askerin yaralanmasına, 35 bin askerin aldığı yaralar, 240 bin askerin hastalıktan ölmesine, 50 bin askerin savaş alanlarında şehit verilmesine yol açmıştır. 1 milyon 560 bin askerin de hasta, firar, esir ve kayıp olarak, toplam 2 milyon 285 bin kişinin hayatını çalmıştır!
Hasta, firar, esir ve kayıp sayısına dikkatinizi çekerim. Her iki dünya savaşında tüm taraflar çok ağır kayıplar vermesine karşın, bir savaşta muharebe dışı kalan böylesine yüksek bir “yitik askeri güç” oranı, ancak bizim ülkemizin tarihinde vardır. Son demlerinde öylesine derbederdir ki Osmanlı devleti, savaşmadan yitirilen bu 1 milyon 560 bin kişiden kaçının firar ettiği, kaçının tedavi edildikten sonra birliklerine gönderildiği ve hatta esir düşenlerin sayısı arşiv kayıtlarından çıkarılamamakta, ama içlerinden en az 200 bin askerimizin, düşmana esir düştüğü tahmin edilmektedir.*
***
Bu coğrafyanın gelmişinden midir, geçmişinden midir bilinmez, ama yaşadığımız topraklarda insan canının asla değeri olmamış, ecelsiz ölüm olağanlaşmış, ne kan dökene hesap sorulmuş ne de dökülen kanın çetelesi tutulmuştur... Salt Birinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrası değil; Cumhuriyet döneminde de 1930’lardan 1970’lere, 1980’lerden 2012’lere kadar önce mürteci ve Kürt isyanları, ardından iki askeri darbe öncesi terör eylemlerine, sonra darbecilerin işkence ve şiddetine, sözde sivil hükümet dönemlerinde de kim vurduya ya da “faili meçhul” cinayetlere kurban gidenlerin tam sayısının bilinmemesinde, soruşturulmamasında ve insanların PKK teröründen koca şiddetine sinekler gibi öldürülmesine karşı geliştirilen ilgisizliğin bir başı vardır: Osmanlı devletinin davar kellesi alır verir gibi kul canı alıp verdiği katle dayalı otorite geleneği. Osmanlı sultanlarının, öz kardeş ve çocuklarını “katli vaciptir” fermanıyla boğdurmasıyla mühürlü, vahşet hukukuyla taçlandırdığı bir şiddettir, bu!
***
Tarihin diyalektik devinimi, Osmanlı’yı bitiren Birinci Dünya Savaşı’nın biçimlediği Ortadoğu sınırlarının yeniden çizileceği çağ kavşağında, bu kez Türkiye Cumhuriyeti’ni hemen aynı parametrelerin açmazına soktu. İkinci kez düşülen aynı tuzak, bu kez Türkiye’nin bölünmesiyle mi sonuçlanacak?
Olası yanıtlar, pazar günkü yazımda...
*Kaynakça: Cemalettin Taşkıran/Ana Ben Ölmedim, Türkiye İş Bankası Yayınları, 4. Baskı 2011.
‘G’ NOKTASI
1880’lerde Doğu Anadolu’da Rusya’nın besleyip Batılıların desteklediği Ermeni çeteleri oluşmuştu. Osmanlı mülkünü parçalayıp, bağımsız Ermenistan kurulması amaçlanıyordu.
1980’lerde Amerikan güdümlü darbecilerin işkence, baskı ve şiddeti, Güney Doğu’da PKK’yi doğurdu. Suriye, Irak’ta beslenip ABD ve Batılıların desteğiyle büyüyüp serpildi. Bağımsız Kürdistan kurulması amaçlanıyordu.
Osmanlı, 1915’te Ermeni tehciri kararını verdi.
TC 1990’dan itibaren Kürt köylerini boşaltmaya ve zorunlu göç başlattı.
1880’lerde sömürgelerini yitirmeye başlayan Osmanlı devleti, “Panislamizm” hayalleriyle avunuyordu, 1890’larda Almanların kucağına oturdu.
1990’larda zaten ABD’nin kucağına oturan Türkiye, Pennsilvanya çıkışlı “Panislamizm” hayalleri kurmaya başladı.
Osmanlı, öz mülkü ve panislamist hayalleriyle 1918’de Almanya’nın kucağından düşüp parçalandı.
Yıl 2012. Amerikan kucağındaki Türkiye sahnesinde Panislamisti, Yeni Osmanlı’sı, iç ve dış düşmanlar yerini aldı. Oyun kaldığı yerden başladı. Bakalım nasıl bitecek bu kez...
“Savaş başkalarının ölümüdür. Başkaları savaştıkça sürer, başkaları öldükçe bitmez.”
JEAN GUEHENNO
Yorum Gönder