Gül, Erdoğan “koltuk değiş tokuş” hamlesinin ısınma roundları açılırken; Kılıçdaroğlu “O koltuklar babanızın malı değil!” çıkışını yaptı ve “Birbirlerine koltuk ikram ediyorlar” diyerek ekledi:
“Milletin o kadar derdi varken, bunlar koltuk derdinde!”
Kılıçdaroğlu’nun bu can alıcı saptamasının gerisini CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçelebi getirdi: “Yaşanan ‘al Gül’üm ver Abdullah’ım’ diyaloğu. Erdoğan-Gül ikilisi sanki Çankaya Köşkü’nü devremülk olarak satın almışlar. ‘Sıra bende sende’ diyorlar. Bu değerlendirmede millet yok. Cumhurbaşkanını halk seçecek ama halkı adam yerine koymuyorlar!”
Halk nerede?
Doğru. Bu “devremülk köşk” modelinde halk yok. Ama halktan ses veren, bir itiraz yükselten var mı?
Halkı geçtim “ileri demokrasi” adına cansiparane Erdoğan AKP’sini savunan ve destekleyen liberallerden, aydınlardan, “yetmez ama evetçi” takımından modele itiraz eden var mı?
Bir noter edasıyla hâlâ; “Her şey sessizlik içinde yürür ve bir uzlaşmaya varılır. Abdullah Gül, parti başkanlığı ve Başbakanlık koltuğuna oturur, Cumhurbaşkanlığı’na da Tayyip Bey çıkar” şeklinde yazılar yazıyorlar…
“New York Times”ın deyişi ile ifade etmek gerekirse; “ordunun evcilleştirilmesi” işi bitti; bu arkadaşların demokrasi misyonları da hemen oracıkta sonlandı.
Muhalefet adına on yıllar boyu yaprak kıpırdamayan komşu Rusya’da; “Putin-Medvedev” modeline başkaldıran, bu uğurda yollara dökülen Rus liberallerinin tırnağı olamadılar.
Hatırlanabileceği gibi; Rusya’da bu projenin ilk gündeme getirildiği güz döneminde daha “değiş tokuş” planları büyük infial yaratmış; kış aylarındaki duma seçimlerinde Putin bu sebepten bir hayli oy kaybına uğramış, muhalifler seçmeni hiçe sayan bu “danışıklı dönüşümlü sistemi” protesto etmek uğruna “Putin’siz Rusya!” sloganıyla Sibirya soğuğunu hiçe sayarak günlerce yollara dökülmüştü.
Beklendiği gibi sonuçta Putin-Medvedev sistemi kazandı. Ama bu otoriter çarlık anlayışı darbe aldı. Rus devlet başkanı mayıs başında önceden kotarıldığı gibi Kremlin’e dönerken, ağır güvenlik önlemlerine rağmen göstericiler “Putin’siz Rusya” sloganları atmaya devam ediyordu…
Rus muhalifler 8 yıl, 2000-2008 yılları arasında bifiil devlet başkanlığı yapan Putin’in, dört yıl başbakanlıkta kaldıktan sonra –bu sürede altışar yıla çıkarılarak uzatılan- toplam iki dönemlik bir 12 yıl daha devletin başında kalmasını kabullenemiyordu.
2000’den 2024’e dek toplam çeyrek asır boyunca ülke yönetimini elinde tutacak Putin’i, ülkeye 25 yıl kan kusturan diktatör Stalin’le bir tutuyorlardı.
“Dönüşümlü Putin-Medvedev çarlığının”, bir “siyasi oligarşi”olduğunu söylüyor; aynı yüzler, aynı adamlarla yönetilmeye karşı çıkıyorlardı…
“Kremlin’in devremülk”e dönüştürülmesine karşı beklenmedik biçimde boy veren bu “istemezük” isyanı; son aşamada bastırıldıysa da muhalifler arasındaki direnç tamamıyla kırılamadı.
Zaman zaman hâlâ meydanlara çıkan Rus muhalefeti; “Putin’siz Rusya!” ve “demokratikleşme” yönünde taleplerini dile getiriyorlar. Rusya’nın bir biçimde eski Rusya olmadığını, köprülerin altından çok su aktığını dilleri döndükçe anlatmaya çalışıyorlar.
Rusya kadar olamıyoruz
Türkiye’de “Putin-Medvedev” modelini doğal “seçenek” olarak kamuoyuna sunan yorumcular, tüm bunlardan hiç bahsetmiyor; konunun yalnız “al gülüm ver gülüm” moduna odaklanıyorlar.
Modelin Türkiye uyarlamasından söz edilirken, anayurdunda yarattığı “sancılar”, “demokrasi tartışmalarından” dem vurulmuyor…
“Putin-Medvedev isyanını” kış boyunca TV’lerde izlememiş olsak, biz de hiç farkına varmayacağız... Ama Putin 7 Mayıs’ta yeniden cumhurbaşkanlığına çıkarken; göstericiler ve Kremlin törenleri arasında bölünen TV görüntüleri hâlâ belleğimizde çok canlı…
Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’de dile getirdiği isyana neden bizde daha fazla insan eşlik etmiyor? CHP’nin kaygılarını paylaşmak şöyle dursun, anamuhalefet liderinin “O koltuklar babalarınızın malı değil” çıkışına; internette cevap yazan bazı yorumcular arasında; -bizim gazetede dahi!- “Seçimi kazanan o koltuğa oturur. Buna kimse engel olamaz!” şeklinde yanıt verenler çıkabiliyor…
Çölde bir ses
İnsanımızın demokrasi anlayışı öyle “totaliter” ki, Rus refleksinin esamesi okunmuyor. Güç dili ve gücün “oligarşik yapısı” alabildiğince doğal karşılanıyor bizde.
Yılmaz Esmer’in yaptığı ünlü “Türkiye Değerler Araştırması”nı hatırlayın…
Prof. Esmer’in çok yakın dönemlerde yapılan araştırması, Türk halkının yüzde 63’ünün; “Parlamento ve seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lidere sahip olmayı” fevkalade olumlu bulduğunu söylüyordu.
Böyle bir ülkede Kılıçdaroğlu ne yapsın, kimlere nasıl erişsin?
Türkiye’yi yakından tanıyan bir Batılı gözlemcinin dediği gibi “Çölde boşluğa haykıran bir ses” oluyor çoğu defa Kılıçdaroğlu. Ya da gözlemcinin kullandığı Latince tabirle bir: “Vox clamans in deserto!”
Yorum Gönder