Alaattin Çakıcı, Türkiye gündemini az çok izleyen herkesin hakkında bir şeyler söyleyebileceği, yaşamının önemli bir
bölümü hapishanelerde geçmiş bir mahpus...
Simay Biçken, halen Genelkurmay karargâhında çalışan, resmi görevli bir avukat...
Bu iki isim hangi davada art arda ifade verir?
Tabii ki Ergenekon davasında...
Dava öyle bir yamalı bohça haline geldi ki akla gelen gelmeyen herkes, herkesle aynı çuvala konabilir.
26 Temmuz Perşembe günü önce Çakıcı, akşam üzeri de Biçken tanık olarak ifade verdiler. İfadeler sırasında söylenenler kadar davranış biçimleri de dikkat çekiciydi.
İki tanıklığı hiç yorum katmadan duruşma salonundaki bir gazeteci olarak aktarmaya çalışacağım.
***
Çakıcı, anlatacağı çok şey olduğunu ama, bunların duruşma salonundaki sanıklarla ilgili olmadığını söyledi. Bunları sıralarken, başkan dosya kapsamı dışındaki konulara girmemesini istedi. Çakıcı, bunu kabul etmedi, aktarmak istediklerinin kesilmemesi gereken şeyler olduğunu vurguladı.
Duruşma salonunda mahkeme heyetinin karşıdan bakınca sol ön köşesiyle savcı bölümünün önünde kürsü var. İfade verecek kişi sabit mikrofonlu bu kürsüde konuşuyor.
İfade veren sanık ya da tanık hep o kürsüde olmak ve kim soru yöneltirse yöneltsin, konuşurken heyete bakmak zorunda. Bunun dışına çıkan uyarılıyor.
Çakıcı bir süre sonra Silivri sahilinde gezinir gibi heyetin önünde kısa adımlarla dolaşmaya başladı. Başkan, böyle yaparsa sesinin kayda geçmeyeceğini söyledi. Çakıcı, sakin ve rahat bir ses tonuyla karşılık verdi:
- Geçer o geçer...
Bunun üzerine mübaşir elinde bir seyyar mikrofonla Çakıcı’nın hemen yanında ona eşlik etti. Çakıcı yürüdükçe o da hemen yanında yürüyor, mikrofonu 30-40 santimlik bir mesafede tutuyordu. İlk kez tanık olduğumuz bir sahneydi.
Çakıcı, bir ara hızlı bir hareketle dönünce mikrofonla burun buruna geldi. Bunun üzerine mikrofonu bir tokmağın ucundan tutar gibi avuçlayıp aldı. Mübaşir bir an şaşırdı. Sonra hemen ikinci bir seyyar mikrofon getirip görevini yapmaya devam etti.
Çakıcı yine aynı hareketlerle konuşmaya devam ediyordu. Mübaşir yorulunca ikinci bir görevli mikrofon nöbetini devraldı. Çakıcı bir ara heyete tamamen sırtını dönüp sanıklara baktı. Öylece durdu. Biraz sıkılınca gömleğini pantolununun üzerine çıkarıp alttan iki düğme açtı. Takım elbiseyle böyle bir görüntü, tıpkı yukarıda aktardığımız sahneler gibi bizim de ilk karşılaştığımız bir durumdu.
Çakıcı’nın mahkemenin sorularına verdiği yanıtlar da tavırlarındaki rahatlık gibiydi.
Heyetin “yurtdışı operasyonlarıyla” ilgili bir sorusuna şu karşılığı verdi:
- Sen istihbaratçı mısın?
Hayır, yanıtıyla birlikte benzer soru devam edince yanıt yine soru şeklinde oldu:
- Sen hiç yurtdışına çıktın mı?
Yine hayır yanıtı alınca Çakıcı, “O zaman bu işlerden ne anlarsın ki” diye özetlenebilecek bir yorum yaptı.
Bir an şaşırdım, acaba sorgu yapan, ifade alan hangi taraftı.
Çakıcı ifadesini aynen şöyle noktaladı:
- İstersen beni sanık yap!
Çakıcı’nın kendine özgü, Hulki Aktunç’un argo sözlüğünde bulabileceğimiz kimi ifadeleri aktarmamayı yeğledim.
***
Çakıcı salondan ayrılırken izleyici sıralarında oturan 100 kadar taraftarı, onu tempolu şekilde alkışladı. Çakıcı da selamını verip çıktı.
İfade verme sırası Genelkurmay Adli Müşavirliği’nde çalışan avukat Simay Biçken’e gelmişti.
Biçken soruları yanıtlarken bir ara tutuklu yargılanan Tümgeneral Hıfzı Çubuklu’ya döndü. Heyet hemen uyardı:
“Heyete dönerek konuşun...”
Biçken’in salonda tek tanıdığı kişi, birlikte görev yaptığı Çubuklu’ydu. Karargâhta hazırladığı iddia edilen bir belgenin gerçek olup olmadığını ona doğrulatmaya çalışıyorlardı. Verdiği yanıtlardan heyeti tatmin eden sonuç çıkmayınca tanık olduğu halde Biçken’i sorgulamaya başladılar.
Biçken yanlış bir şey söylememe, kuralların dışına çıkmama tedirginliği ve gerilimiyle ifadesini tamamladı.
O akşam koğuşa gidince aynı gün art arda yaşanan iki tanıklığı düşündüm...
Aziz Nesin yazsa, “iyi abartmış” derdim!
Yorum Gönder