Tek başına asla! - Güngör Mengi

Ortadoğu’nun zaptiyesi değiliz. Haydut rejimleri hizaya getirmek gibi bir işimiz, taahhüdümüz yok.
Ama savaş bulutları nedense hep Türkiye’nin üstünde geziniyor.
Kurgulanan senaryolarda Türk askerinin Suriye’ye girmesi ve zalim Esad rejimine son vermesi hayali yer alıyor.
Mesela İngiltere’nin büyük gazeteleri BM’nin sivilleri koruma sorumluluğu ilkesine dünyanın ilgisiz kaldığından şikâyet edip Amerika’yı eleştirirken Türkiye’nin tampon bölgeler oluşturmak konusundaki hazırlığını destekleyen yorumlar yapıyor.
Bu tırmanışın hangi cehenneme çıkacağını herkes görebiliyor.
Eğer Annan planının öngördüğü ateşkes bugün gerçekleşmezse, hızlanacak olan şiddet Suriye’yi S. Arabistan ve Sünni komşularıyla Şii İran arasında nerede duracağı bilinmeyen bir kavganın arenası yapacaktır.
Türkiye tehlikeyi önlemeye uğraşıyor ama çabalar başarılı olamazsa bir mezhep savaşının tarafı durumuna düşeceğimiz ve Kürt komplosu için pusuya yatmış uluslararası güçlere imkân yaratacağımız hesap ediliyor mu?
Baştan beri tekrarlıyoruz; böyle bir savaş Türkiye’nin savaşı olamaz.
Başbakan Erdoğan’ın konuşmaları, Türkiye artık kendini tutamaz duruma gelmiş izlenimi uyandırıyor.
Buna inanmıyoruz. Başbakan’ın bu üslubu Şam’daki despot üstünde caydırıcı etki uyandırmak amacıyla benimsediğini düşünmek daha yerinde olur.
Türkiye, diktatörün iki dudağı arasından çıkan bir sözle ateşe sürülen nevzuhur devlet değildir. Savaşın yalnız bugünü değil, uzun geleceği de tehdit eden ağır maliyeti vardır.
Hiçbir tahrik Türkiye’yi tek başına Suriye’ye karşı harekete geçirmemelidir.
Mahallenin efesi rolüne soyunmak ve geleceği riske sokmak maceradır.
Türkiye’nin göze alacağı böyle bir fedakârlığı bölgede hak eden ülke var mı?
Diplomasinin alternatifi diplomasidir.
Müdahale kaçınılmaz noktaya ulaştığı anda bile Türk askeri, ancak BM veya NATO şemsiyesi altında oluşacak gücün arasında Suriye’ye girmelidir.
Başka türlü asla!

Haşim bey, imdaaat!

Deniz Feneri, gurbetçilerin 45 milyon Euro parasını dolandırmaktan Almanya’da hüküm giymiş bir dernektir.
Ve “asıl sorumluları” Türkiye’de bulunuyor.
Zahid Akman ve iktidar yakını arkadaşları Türk yargısına imzasız ihbar mektubu ile veya gizli tanık ifadesi ile hedef gösterilmedi.
Frankfurt mahkemesi uzun bir yargılama sonunda ulaştı bu sonuca. Sonra ne oldu?
Soruşturma Türkiye’de başladı.
Yıllar tüketti, kör topal ilerledi.
Almanya’da kanıt toplayan, tanık dinleyen üç savcının ciddi tutumu bazı çevreleri korkuttu.
Önce bir bahane ile bu savcılar görevlerinden alındı, hemen sonra tutuklattıkları şüpheliler serbest bırakıldı.
Azledilen savcılar hakkında dava açılırken yeni savcıların hazırladıkları iddianame ile şüpheliler hakkındaki suçlamaların niteliği değiştirilerek ceza talepleri hafifletildi.
Haber, insanın aklına hemen Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın geçen gün sarf ettiği “Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz“ sözünü akla getirdi.
Çünkü siyasetin yargıyı kuşatmasına Deniz Feneri’nden daha inandırıcı, uyandırıcı ve utandırıcı örnek bulunamaz.
Olayda güya çete ve dolandırıcılık yokmuş. Siyasal İslâm’ın güzide temsilcilerine eğer o 45 milyon Euro gökten indiyse...
Cennetlik adamları yargılıyor olmanın günahına batıyoruz de
mektir!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget