Benzer duyguları paylaştığı anlaşılan Necati Doğru da, dün Medya Polemik’te paylaştığımız ve Sözcü’de yayımlanan yazısında “Aydın Doğan Tayyip’in elini öptü” diye özetlemişti kendisinde oluşan algıyı.
Dalga geçtiler
“Başbakan’ın yanında” pozu -en azından medyada- hesap edilen etkiyi yaratmadı. Sabah’tan Mehmet Barlas durumu bakın nasıl alay konusu yaptı:
“Açılışı simgeleyen kurdele kesmeyi Tayyip Erdoğan ve Aydın Doğan birlikte yaparlarken üçüncü makasın da Ertuğrul Özkök’ün elinde olmasını beklerdim. “Vefa” sadece İstanbul’daki bir semtin adı mı olmalıdır yani?”
Daha beteri; düne kadar Aydın Doğan iyi ama çevresi kötü diyen ve “Beni al onu alma” türküsünü çığıran Fehmi Koru da, Taha Kıvanç ikinci kimliğiyle yazdığı yazıda bu fotoğrafın savcılara “dokunmayın” mesajı vermeye yetmeyeceğini ima etti!
Kuleler kölelere basa basa çıkar
Doğan’a bir eleştiri de Doğan Grubu bünyesinde olduğu dönemde Milliyet Genel Yayın Yönetmenliği yapan Umur Talu’dan geldi. Talu’nun “kule kule kurdele kesen doğanlara, şahinlere” hitaben yazdıkları şöyleydi:
“Hayat ve mutabakat budur:
Yüksek maaşlı ama kalpleri gasp edilmiş veya üç kuruş ücretle her hakkı yutulmuş kölelere öyle ya da böyle buyurursunuz...
Onları piramitlere koşarsınız...
Kimi en alttadır zaten; kimi kendini bir de firavun zanneder.
Kuleler kölelere basabasa çıkar...
Ve yükselirken kule, nice köle, alçalmış alçalmış, birçoğu yerle bir olmuştur. Hürriyet mensupları, ama tüm gazeteciler, hepimiz, ahalimiz, AKP’liler de...
Eylülcüler, Şubatçılar, Nisancılar da bu manzaralara iyi baksın:
O 2008’den 2012’ye gelene kadar, kule yükselirken, “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” gargarası arasında, kaç gazeteci kulelerden atıldı? O gün o gazetede kimler vardı; şimdi öyle ya da böyle, kimler neden yok? Bilhassa, gönderilenler, gidenler ile “çok cesur oldukları için” gidişata dair gık diyemeyenler baksın.
Başkaları kazınırken ses çıkarmayan; ona değmiş bana değmemiş diye ayıklayan ve özgürlüğü sadece kendi hakkı sananlar... Başka dayatmacılarla kanka olup dayatmalara özde değil, sözde karşı olanlar!
Kuleler kölelere hayırlı olsun!”
Gazetesinden cevap verdi
Aydın Doğan hakkında yazılanlara cevap vermek için Ahmet Hakan’ın köşesini seçti. Hoş, “pazartesi” olması ve “büyük yazarlar”ın pazar günü izin yapması münasebetiyle tercihte bulunacak durumda da değildi.
“Yaz oğlum Ahmet” ...
Yok yok, öyle değildi, “Ahmetçiğim” dedi ve şunları söyledi:
“Sükunetim asaletimdendir, her lafa verilecek cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf laf mı diye, bir de bakarım söyleyen adam mı diye.” Ne yazık ki bu belirttiğin eleştirileri yöneltenler arasında bir zamanlar birlikte çalıştığımız isimler de var. Üstelik hakarete varan laflar da ediyorlar. Adam gibi eleştiriye her zaman açığım. Ama Allah’tan başka kimseye hesap vermem.
***
Ha şunu bileydin...
Düşünün bir kere;
Biri çıkacak siyasi gücüne güvenerek milyonların önünde size “Al Capone” diyecek, “ahlaksızlık”tan “utanmazlığa” bir dizi hakaret sıralayacak, tehditle-şantajla yıllarca birlikte yol yürüdüğünüz insanları kapının önüne koyduracak, sizi “küçültecek”, güçsüzleştirecek...
Sonra siz de kalkıp, sana bütün bunları reva görene değil de, bunca olup biteni yaşanmamış sayıp ondan yeni geminizi “varlığıyla şereflendirmesini” istediğiniz için sizi ayıplayanlara efeleneceksiniz...
Asalet mi!
Açıklamasını okuyunca hak verdim kendisine; Aydın Doğan haklı valla;
Siz siz olun bir lafa bakın laf mı diye, bir de söyleyene bakın adam mı diye!
BASINDAN SEÇMELER
Başbakan, cadı avı ve gazetecilik namusu
Baş darbeciyi evinde ağırlayan Barlas ve 12 Eylül’e övgüler düzen Ilıcak gibilerini baştacı edeceksiniz, ama darbeleri başka gazeteler - gazeteciler üzerinden yargılayacaksınız; bu ne kadar tutarlıdır?
Başbakan’ın son demeci ürkütücü! Tarihteki “cadı avları”nı çağrıştıran bir konuşma yaptı. 28 Şubat’la ilgili soruya yanıtı:
“Cadı avına çevirmek yanlış ama adalet de yerini bulmalı.. yargı nereye varacaksa varmalı, çıkının içinde ne varsa ortaya çıkmalı.. iş gidebildiği yere kadar gitmeli.. işin içine kimler karışmadı ki.. iş dünyası, basın, sivil toplum, rektörler... Mesele sadece askerle bağlantılı değil..”
Başbakan göstermelik bir cümle olarak “cadı avına dönüşmesin” diyor, ama cadı avı çağrısı yapıyor: İş dünyası, basın, sivil toplum.. yani bütün Türkiye’yi savcılara hedef gösteriyor ve gidebildiğiniz yere kadar gidin, kimse kalmamalı ortalıkta!
Başbakan’a iyi niyetle yaklaşalım ve diyelim ki amacı bu değil! Ama bu demeci cadı avı çağrısı olarak kabul edecek, yetkili yetkisiz, sıradanından yükseğine kadar, namussuz ne kadar insan varsa gereğini yerine getirecektir. Fazıl Say’ı Türkiye’den kovalayanlara bakın!
Başbakan’ın bu açıklaması, bugüne kadar yaşadığımız hukuksuzluklara, adaletsizliklere rahmet okutacak bir boyuta ulaşabilir...
Başbakan aslında, açılan bir soruşturmaya müdahale ederek, savcılara ne yapacaklarını gösteriyor... Bu suçtur, ama bugün bunu soruşturacak tek kişi bile yoktur.
Utanacak yüzü olan var mı
Sizler, 28 Şubat gazeteciliğini eleştirirken esas bugünkü gazeteciliğinizi sorguluyorsunuz farkında mısınız?
Balyoz ve diğer pek çok davada, bugün hepsi yalan çıkan, sahtekârlıkları belgelenmiş cami bombalama gibi olaylarla ilgili attığınız başlıkların, 28 Şubat sürecini bin kat gölgede bırakacak ve yarın esas hesabı sorulacak başlıklar olduğunu düşünür müsünüz?
Acaba hanginiz, CD’lerin sahte olduğuna ilişkin bilirkişi raporları konusunda mesleki-ahlaki bir haber yaptınız? 12 Eylül’de baş darbeciyi evinde ağırlayan Barlas ve 12 Eylül’e övgüler düzen Ilıcak gibilerini baştacı edeceksiniz, ama 12 Eylül’ü ve 28 Şubat’ı başka gazeteler - gazeteciler üzerinden yargılayacaksınız... Bu ne kadar tutarlıdır? Gazeteciliğin artık bugünkü yeni tarifi:
Utanacak yüzü olana gazeteci denir!
Orhan Bursalı / Cumhuriyet
Hürriyet’e veda ettiği yazıyla Aydınlık’a merhaba dedi
Son yazısı ilk yazısı oldu
Özdemir İnce şu satırlarla veda etmişti Hürriyet’e:
“Türkiye öyle bir hale geldi ki Cumhuriyet’e, onun devrim yasalarına, kazanımlarına karşı olmak, aydın, demokrat, özgürlükçü ve daha liberal olmanın nişanesi oldu.
(...)
2012’nin ölçüleriyle Devrimci Cumhuriyet’i hallaç pamuğu gibi atanlar karşısında bunlar apışıp kalıyorlar, gıkları çıkmıyor. ” Kardeş beri bak hele, sen Atatürk cumhuriyetinin 1921 Anayasası’nın kuvvetler birliği rejimini eleştiriyorsun, ama AKP hükümetinin anayasa dışı kuvvetler birliği rejiminin uygulamalarını savunuyorsun! “ diye çıkışıp ağızlarının payını veremiyorlar.
(...)
Eğitim ve öğretim birliğinden yoksun ülkeler sonunda parçalanır. İmam hatip ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının yeri Diyanet İşleri ve camilerdir. Tıpkı askerin yerinin kışla olduğu gibi. Askerin kışlasına çekilmesini isteyenler, din adamlarının neden camilere çekilmesini istemiyorlar?”
Birkaç hafta önce “Son yazım” başlığıyla Hürriyet’te yayınlanan bu satırlar dün “İlk yazım” başlığıyla Aydınlık’ta yayınlandı. İnce Aydınlık okuruna, Hürriyet’e veda ettiği cümlelerle merhaba dedi.
Felaket senaryosu
Şiilik ve Sünnilik hem Araplar arası, hem Türkler arası (Sünni Türkiye-Şii Azerbaycan ve Irak Türkmenleri), Farslar ve Türkler, hem Farslar ve Araplar arası siyasî çekişme ve mücadelelerin merkezine gelip oturmuştur. Buna Sünniliğin ve Şiiliğin dışındaki Aleviliği de eklemek gerekir. Felaket, tarihte olduğu gibi mezhepleri çatışma sebebi yapmaktır.
Sorumuz şudur: Bugün biz de “akılsız ve muhteris atalarımız” gibi tarihi tekerrür mü ettireceğiz yoksa yeni bir birlik ruhuyla tarihin onurlu özneleri mi olacağız? Tercih bizim!
Ali Bulaç / Zaman
Hukuksuzluğun bilançosu
Bu işte bir hoyratlık var
Hukuksuzluğun bilançosunu eninde sonunda Adalet Bakanlığı çıkartacak derken o işi Maliye Bakanlığı yaptı..
Tazminatları ödediği için çetele de tutmuş.. Son beş yılda haksız tutukluluk iddiasıyla 9 bin 129 dava açılmış.. 4 bin 375’inde devlet tazminata mahkum olmuş.. Ödenen para 45 milyon lira.. Haksızlığın net belgesi..
Bilançoyu önümüze alıp düşünmeliyiz.. Türkiye hukuk devleti mi, kanun devleti mi? Bu sonuç ne diyor?
İyi şeyler söylemiyor.. Bu işte hoyratlık var diyor..
Mehmet Tezkan / Milliyet
İnanalım mı bunu anladığına
Milli irade, önemlidir. Ama milli irade adına hareket edenler, her bireyin ve azınlıkta kalan herkesin hakkına saygı göstermek zorundadır.
Nazlı Ilıcak / Sabah
‘Ben Fransızım’...
Böyle bir reklama rastlıyorum TV’de; “Adım Jean François, Fransızım” diye başlıyor.. Adamın “Fransızım” derken gururlandığını görüyorsunuz.. Ben ise “Türk Hükümeti” derken durakladığımı fark ettim... Türk yerine “Türkiyeli” dediklerine, belki de yeni anayasada bile böyle tanımlanacağına göre burada da öyle mi kullanmalı?? Görüyorsunuz “Türküm” derken bile düşünür hale geldik. Hani “ayırımcılık yapılmasın, her vatandaş eşittir” görüşüne tamamen katılıyorum da gururla “Türküm” deme hakkı da “terör eşliğinde etnisite tartışmaları” yapılıyor diye milletin elinden alınamaz. Fransız’ın, İngiliz’in hakkı varsa elbette Türk’ün de var. Ama böyle hissetmeye, hissettirilmeye başladıysak ortada da büyük bir yanlışlık var, değil mi?
Ruhat Mengi / Vatan
Meclis 92. yıla girerken ilk kez şöyle bir sorunla karşı karşıya:
Tutuklu milletvekilleri!
Önceki yıllarda 3 kez Meclis’in böyle bir sorunu oldu ama, en çok bir ay içinde çözdü. 1950’li yıllarda Mümtaz Faik Fenik ve Osman Bölükbaşı, 2007’de Sebahat Tuncel hapisteyken milletvekili seçildiler, çok kısa sürede serbest kalıp Meclis’e geldiler. Bugün 8 milletvekili tutuklu ve sorun 10 aydır sürüyor.
Mustafa Balbay / Cumhuriyet
Yorum Gönder