Bilinen bir sözdür başlıktaki, eğer bir kişi hakkında bir iddiada bulunulmuşsa (hele ki “suç” iddiası) o iddianın sahibi “söylediklerini ispat etmek” zorundadır, aksi takdirde hukuken hem yargıyı boşuna meşgul etmek, hem de “o kişinin haksız yere suçlanmasına ve prestij kaybına neden olmak”tan sorumlu duruma düşer. Ki bu söz örneğin Başbakan Erdoğan tarafından sıkça kullanılmaktadır.
Peki madem ki “iddia eden ispatla mükellef”tir, o zaman cezaevlerine “hükümeti düşürmek için darbe planı yapılmıştı” iddiasıyla doldurulan sivil-asker yüzlerce kişi için öne sürülen dosyalar dolusu iddianın “aksini ispat” etmek neden o tutuklulardan bekleniyor? Neden iddiaları yazan, yapan kişiler eğer o suçlardan emin iseler “kuvvetli delilleri öne sürerek kısa sürelerde suçu sabitlemek” yerine yıllar süren duruşmalarda sanıklar ve avukatların savunmaları bile doğru dürüst dinlenmeden süreler uzatılıp duruyor?
Bunca zaman sonra neden hala “hangi sebeple tutuklandığını anlamayan, bilmeyen, bir kanıt da göremeyen” çok sayıda insan var? “İspatla mükellef olan” iddia sahipleri neden ispatlamıyor?
Mesela 4 Nisan 2012’de Tuğgeneral Gökhan Gökay tarafından yazılıp birçok köşe yazarına gönderilen sayfalar dolusu açıklamaya şöyle bir göz gezdirmek bile bana “iddia edenin ispat zorunluluğu”nu hatırlattı.
SEMİNERE HİÇ KATILMAYANLAR BİLE..
Bu uzun bilgi notlarında “iddianamelerde yapılmış ‘olay tarihleriyle ilgili’ önemli hatalar, bunları belirleyen ‘Türkiye içinden ve dışından önemli bilirkişi raporları’, Tuğgeneral Gökay’ın “2001-2003 yılları arasında Kara Harp okulunda sadece öğretim elemanı olarak görev yapmış olduğu, Balyoz Darbe Planı’nı ilk kez basından duyduğu, söz konusu plan seminerine katılmadığı, o dönemde 1. Ordu Komutanlığı’na hiç gitmediği, buna rağmen yargılanmakta olduğu” ve alıntı yapamayacağım kadar çok açıklama var.
Anlattıkları gerçekten de bu davanın yargı süreciyle ilgili ciddi şüpheler yaratacak nitelikte..
DARBE KARARI VEREN ORTADA YOK
Yazdıklarından bir örnek; “İddianameye ve Savcılık mütalaasına göre ‘1. Ordu Komutanı, dönemin Harp Akademileri ve Donanma Komutanları, İstanbul ve Bursa Jandarma Bölge Komutanları’ anlaşarak darbe yapmaya karar vermişlerdir.
Oysa seminere sadece ‘1. Ordu Komutanı ile İstanbul Jandarma Bölge Komutanı’ katılmış, diğerleri katılmamış. Buna karşılık Balyoz-1 kapsamında ‘1. Ordu Komutanı, Donanma Komutanı ve Harp Akademileri Komutanı tutuklu’ olarak yargılanırken, her iki Jandarma Komutanı 2011 sonlarında hazırlanan Balyoz-3 iddianamesine dahil edilerek ‘tutuksuz’ yargılanmaktadırlar” diyor. Yani “seminere katılan tutuksuz , katılmayan tutuklu” ve yargının buna nasıl karar verdiği meçhul..
Başka örnek; “İddiaya göre sözde darbeyi dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman önlemiştir, ancak bugüne kadar kendisine tek bir soru dahi sorulmamıştır. Tanık olarak çağrılması talep edilmişse de bu talep kabul edilmemiştir. Oysa davanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında tanık olarak ‘ilk dinlenmesi gereken kişi’ o olmalıydı”.. (Bırakın bunu, Yalman’ın kendisi “kısa süre sonra konuşacağım, açıklama yapacağım, böyle bir iddia varsa en iyi biz biliriz” demesine rağmen konuşmadı.)
SAHTELİKLER
En çok üzerinde durulan noktaların başında “dijital dökümanlar ve CD’lerin sahtelikleri”ni ortaya koyan çelişkiler geliyor.. Mantık ve tarih hataları, tutarsızlıklar vs..
- 2002 ve 2003 yıllarına ait olduğu iddia edilen toplam 80 dijital dosyanın “ilk kez 30 Ocak 2007’de piyasaya sunulan” Microsoft Office 2007 programı ile yazılmış olması..
- 2002’de oluşturulduğu iddia edilen bir dijital veride “CC MAR NAPLES” unvanlı bir NATO Komutanlığı’ndan söz edilmekteymiş, oysa o tarihte böyle bir NATO Karargahı yokmuş. O karargah 1 Temmuz 2004’te kurulmuş.
-İddianamede adı geçen bir toplantıya katıldıkları ifade edilen 8 subaydan 4’ünün aynı gün ve saatte “İsrail’le ortak yapılan bir tatbikat nedeniyle Doğu Akdeniz’de seyirde” olduğu ortaya çıkmış.
- ABD ve Türkiye’deki bilirkişiler “bir CD üzerinde olduğu iddia edilen el yazısının yazı makinesi ile taklit edildiğini” bildirmişler. Ve daha bunlara benzer birçok şey..
‘ÖZEL YETKİLİ’LER KIZIYOR AMA..
Mahkeme Başkanı bu insanlara “adil yargılama istiyoruz” yazan tişörtlerinden ya da sırtlarını dönerek oturmalarından dolayı kızıyor ve ağzına geleni söylüyor ama “sahteliği bilimsel raporlarla kanıtlanan dijital veriler” hala geçerli sayılıyor, o raporlar yokmuş gibi devam ediliyorsa bu psikolojiyle ne yapsınlar? Onların yerinde kendileri olsa ne hissederdi acaba?
Yıllardır mahkumlar gibi içerde tutulmalarına, çoluk çocuklarıyla birlikte cezalandırılmalarına, kariyerlerinin bitirilmesine rağmen “suçlamaları kanıtlayacak deliller çıkarılamamışsa” ne hisseder, seslerini nasıl duyururlardı?
Sonuç olarak, üstelik ortada “sahte tarihler, sahte yazılar, sahte imzalar, sahte CD’ler” varken neden bu iddiaların sahibi “ispatla mükellef” değil de, iddiaların “muhatabı mükellef”tir, anlayan varsa anlatsın! Zira işimize geldiğinde bu sözü söyleyip başkalarına uygulanmamasından rahatsız olmazsak haksızlık olur.
Adımı merak edenler!
Kürt sorunuyla ilgili yazdığım yazıya gelen yorumlar arasında iki tanesi ismimle ilgiliydi.. Biri; “Ruhat Kürtçede ‘güneşin doğuşu’ anlamına geliyor, güzel isim” diyordu.. Diğeri ise “Ruhat Kürtçede ne anlama geliyor biliyor musun?” ..
Biliyorum.. Yıllar önce bir TV programıma davet için Ahmet Türk’ü aradığımda Sırrı Sakık’la konuşurken o söylemiş, ben de yazmıştım. Adımın Kürtçede benzerinin olduğunu ve anlamını.. Ama Kürtçesi “Rohad” imiş, Ruhat değil, bunu ekleyelim. Yorumlarda yazılanlar aslında başka bir soruyu ima ediyorsa bilmeyenler için onu da tekrarlayalım; Çerkez’im efendim. Ana ve baba tarafından saf kan da Akdenizli ..
Daha önce de soranlar olmuştu, madem merak edenler çıkıyor açıklayayım, annem ismimi verirken sevdiği bir arkadaşının adından esinlenmiş ve ben de adımı “benzerine pek rastlanmadığı” için, farklı olduğu için (karakterime de uyuyor bu) çok severim. Kürtçede benzeri olabilir, aynısı olabilir, bu beni daha da mutlu eder. BDP bu ayırımı israrla ve neredeyse çoğu kez düşmanca duygularla yapıyor ama ben hiç yapmadım ki.. Çoğumuz yapmıyoruz ki..
Biz “Türk-Kürt kardeşiz, farkımız yok, bu ülke hepimizin” derken, onların illaki “ayrıyız, ayrılmalıyız” diye tutturmalarını, konuşmalarında sık sık “ırkçılığın ta kendisini” yapmalarını anlayamıyoruz bu nedenle.. Kürtlerin çoğunun “anlayamadığına”, “Biz sorun muyuz ki ‘Kürt sorunu’ diyorlar” duygusunda olduğuna da hiç şüphem yok!
Yorum Gönder