Sevgili okurlar sizlere sunacağım yazının sonuna geldiğinizde neden şaşkın olduğumu anlayacak ve sizlerinde benim gibi şaşacağınıza eminim.
“Yargı yaşanmış gerçeklere ulaşma sanatıdır. Bu gerçeklere ulaşmakla hak ve özgürlükleri ihlal edilmiş olanların, haklarını zamanında ve adilce teslim etmiş oluruz. İşte bugün, bu sanatın icrası sırasında ortaya çıkan engellerin kaldırılması için gelişen teknikler konuşulacak. Böylece yargının asli görevi olan yaşanmış hak ihlallerini ortadan kaldırmak için vicdan birliğini sağlamış olacağız. Yargının topluma sunduğu yegâne ürün adalettir ve bu ürünün alternatifi de yoktur. Adalet hizmetlerinin onarıcı niteliği, üretim kalitesi ve zamanında dağıtımın varlığı ile güç kazanır. Aksi durum bunalım, kaos ve vicdanları isyana sürüklemekten başka sonuç doğurmaz. İşte hukukun haksızlığı olarak da tanımlayacağımız bu kaotik duruma çözüm bulmak zorundayız.
Yargının ve hâkim, savcı, avukatlara ilişkin sorunların başlangıç noktasının, hukuk eğitimi ile kendisini göstermekte, hukukçunun, bireyleri, toplumu, devleti, kurumları, kültürleri, alışkanlıkları ve doktrinleri kendi parametreleri içinde mütemadiyen keşfetmesi ve bu olguların arasındaki uyumu her seferinde yeniden sorgulaması gerekmektedir. Ancak hukuk fakültelerinde sürdürülen ‘teknik bakış’ yoğunluklu eğitim anlayışının buna imkân vermediğini, bu anlayışın, hukukçunun analiz etme, yenileme ve hukuku reel dünyaya oturtma konusundaki iradesini zayıf bırakmaktadır.
Başta anayasalar olmak üzere pozitif kuralların zemin etüdünü yapan hukuk sosyolojisi ile bunların vicdani başarısı ve psikolojik arka planını ölçerek, adil bir yörüngeye oturtan hukuk felsefesinin yeterince ve hak ettiği ölçüde eğitim sürecinde yer almaması endişe verici bir eksikliktir. Söz konusu teknik bakışın yanında, hukukçunun vazgeçilmez kaynağı olan felsefi ve sosyolojik bakışın da aynı ağırlıkta buluşturulması gerekmekte, hukuksal kavramların ancak bu yöntemle beslenebilmektedir.
Türk yargı dünyasında yaşanan büyük sorunların, uygulama sürecinde yaşanan olumsuzluklardan kaynaklandığını, hâkimin tarafsızlığının sağlanamaması, mesleki eğitimdeki eksiklikler, evrensel değerlere uzaklık gibi nedenlerin uygulamada toplumu ikna edecek güçlü kararların çıkmasına imkân vermemektedir.
Doğan bu boşluğun, her seferinde siyaset kurumlarınca yasal düzenlemeler yapılmak suretiyle doldurulduğunu ve yargının yorum alanının daraltıldığını, bu bir şekilde yargıya olan güvensizlik olarak da tanımlanabilmektedir.
Yargının hesabını veremediği sınır tanımaz uygulamaları, ağır bedeller ödenmesi sonucunu doğurmuş, anayasa ve yasalarda radikal değişimlerin yapılmasının haklı nedenini oluşturmuştur. Dün yargının siyaseti kuşatma gayretlerine karşı çıktığımız gibi bugün de siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz.
Hâkimlerin, yasaların ve kuralların dili olduğunu, bu dili nasıl kullanırsanız, hukuk devleti ona göre oluşur ve gelişir. Hâkimin iç dünyasındaki endişe, kaygı, korku, ideolojik baskı, dostluk ve düşmanlık duygularından arındırılması, tarafsızlığının olmazsa olmaz koşuludur. Vicdanlar üzerinde oluşan bu işgaller kalkmadıkça, bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşumunu sağlamak mümkün değildir.
Hukuk, siyasal, kültürel ve sosyal hayatı dönüştüren çok güçlü bir araçtır. Bu aracın dönüştürücü gücünü, toplumu hizaya sokan vesayetçi bir anlayış için değil, insan onurunu huzura erdiren hak ve özgürlüklerin adil dağıtımında tüketmeliyiz. Yapılacak reformların, geçmişten intikam alma aracı olarak kullanılması gibi bir yanlışlığa da düşülmemelidir. Aktörleri değişmiş yeni vesayet odaklarının oluşmasına imkân vermeyen samimi değişimlere inanmak istiyoruz. Toplumun ve dünya barışının buna ihtiyacı vardır. Bağımsızlık ve tarafsızlık sorunların çözmüş bir yargının, adil, makul ve ölçülü kararlarıyla uygulama sorunları ortadan kalkacak, oluşan bu güven ikliminde hak ve özgürlüklerin daha rahat yaşanması sağlanacaktır. Halkımızın mutluluğu adına evrensel değerlerle bütünleşmiş, her türlü siyasi ve ideolojik etkiden arındırılmış, hızlı ve etkin bir yargı ihtiyacı, konuşacağımız reform projelerini gerçekleştirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Hukuk sistemini geliştirirken, yeni mazlum ve mağdur yaratmayalım. Farklılıklarla bir arada yaşamanın yolu, başkalarının hak ve özgürlüklerini savunma erdemini göstermemize bağlıdır. Bilinmelidir ki bir mazlumun seher vaktinde döktüğü bir damla gözyaşının tanıdık silahların gücünden daha etkili olduğunu, geçmişte yaşadıklarımız bize göstermiştir. Bunları yeniden yaşamak istemediğimizi belirtiyorum.”
Bu söylemler, Uluslararası Yargı Reformu Sempozyumu'nun açılışına katılan, Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç’a aittir.
Yazılı basına yansıyan bu konuşmanın, dedi, belirtti söyledi sözcüklerini çıkararak aynen aktardım.
Açık söylemem gerekirse, Sayın Kılıç’ın bu güne kadar duruşu, kararlardaki tavrı, belirlenen siyasi düşüncesi nedeniyle bu sözleri asla dile getiremeyeceğine kanaat getirdiğimden, hem yanıldığımı, hem de şaşkın olduğumu söylemek istiyorum.
Yargının ve yargı kararlarının tartışıldığı ve gün geçtikçe yargıya güvenin azaldığı bu günlerde, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına ve yargıç güvencesine inanan her demokratın, her yurtseverin, her aydının Sayın Kılıç’ın bu konuşmasının altına imza atacağından kuşkum yoktur.
Yıllarını yargıya veren ve bu söylemlerdeki ilkeleri harfiyen uygulama çabası gösteren biri olarak, beni yanıltan ve şaşırtan Sayın Kılıç’ı gerçekçi ve cesaretli bu konuşmasından ötürü kutluyor, tüm yargıç ve Cumhuriyet Savcılarının tekrar tekrar bu söylemleri gözden geçirmelerini ve uygulamaya çalışmalarını diliyorum.
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı
gunduzakgul@hotmail.com
Yorum Gönder