Osmanlının İlk Bütçesi de Açık Vermiş, TC nin İlk Ve Son Bütçesi de Açık Vermekte.
“Ne kimseden borç al, ne kimseye borç ver. Çünkü ödünç para veren, çok kere, hem parasından olur, hem dostundan”. Shakespeare
“Öyle bir hale geldik ki, insan borcunu ödedi mi, büyük bir iyilik etmiş sayılıyor”. Terentius
“Paranın değerini öğrenmek isterseniz, borç almaya çalışınız”. Benjamin Franklin
Allah’a borcu olmak, insanlara borcu olmaktan daha rahattır. La Fontainne
İLK OSMANLI DEVLET BÜTÇESİ
Devlet idaresinde ilk devlet bütçesi, Padişah lV. Mehmet (Avcı Mehmet) ve Sadrazamı Tarhuncu Ahmet Paşa (1652) zamanında hazırlandı. Bugünkü anlamda bütçe olmamakla birlikte, basit bir gelir defteri olan bütçe tasarısı, Tarhuncu Ahmet Paşa tarafından hazırlanıp Padişah lV. Mehmet’e sunuldu (1653).
Bütçede devlet gelirleriyle giderleri arasındaki dengesizliğin yol açtığı mali bunalımın üstesinden gelebilmek için, bir önceki yılın gelir giderlerinin ayrıntılı dökümünü içeriyordu. Muvazene Layihası olarak da bilinen bu “marazatında, Hazine-i Amire’ye yıl boyunca giren mukataat, cizye, avariz, bedel’i nüzul ve öbür gelirler ile bunların nerelere ne miktarda harcandığı gösterilmişti. Buna göre Osmanlı Devletinin o zamanki geliri 14.503 kese altın, giderlerinin de 16.400 kese altın olduğu ve 1900 kese altın açık verdiği ortaya çıkmıştı.
Sadrazam Tarhuncu Ahmet Paşa namuslu, tok sözlü, mert ama cahil bir adamdı. Tarhuncu Ahmet Paşa bütçeyi denklemek için, birçok masrafları, tahsisatları kesip, haksız kazanç sağlayanların mallarına el koydu. Bu nedenle pek çok düşman kazanmış; bu uygulamasıyla çocuk yaştaki padişahın adına saraya egemen olanların, haksız yere ulûfe aylık alanların tepkisini çekti. Yapılan entrikaların sonunda lV. Mehmet’i tahttan indirilmeyi amaçladığı iftira ve suçlamasıyla cellâda verilerek katledildi. [i]
BORÇLA BÜTÇE KAPATMA SÜRECİ
Bu kayıtlara göre, Osmanlıdaki devletin ilk resmi bütçesi 1653 yılında yapılmış ve ilk bütçe de 1900 kese altın açık vermiş. Bu ilk bütçe yılları Osmanlının gerilemeye başladığı yıllar olduğunu unutmayalım.
Türklerin Orta Asya’da Anadolu’ya geldiğinden beri, Türklere diş bileyen Batı’nın emperyalist ülkeleri, kaybettikleri savaşların intikamını almak için Türklerin-Osmanlının zayıf zamanlarını kollamaya başladılar. Bu kinci emperyalistler Kapitülasyon başlangıcı ile Osmanlıyı sömürmeye başlarken, Osmanlı gerilemeye, Batı’lılar da ilerlemeye ve zenginleşmeye başladılar. Bu gerileme durumu yüzyıllarca 1923 Atatürk Cumhuriyet’i aydınlanmasına kadar devam etti. Bu uzun süreçte kendini çağdaş bilim ve hukukla yenileyemeyen Osmanlı, “denize düşen yılana sarılır” özdeyişindeki gibi dara düştükçe kendine diş bileyen içten pazarlıklı Batı’dan borç almaya, açık bütçesini denkleşmeye çalıştı. Batı ise Osmanlı’yı çökertmek için daha çok borç verme kurnazlığını sürdürdü; ne yazık ki alınan borç para-altın ülkenin üretimini, sanayisini, iş hayatını geliştirmek için yatırım yapılacağı yerine Başkent İstanbul’a köşkler, saraylar yapıldı.
Osmanlı, haramzade evladın babadan kalan malı batırdığı gibi öylesine bir batak içine giriyor ki, Galata’nın, Beyoğlu’nun yerli Yahudi Rum, Ermeni sarraflardan bile borç almak durumuna düşüyordu. Bu bataklığa düşen Osmanlı kıpraştıkça geriliğin bataklığında kaybolmaya devam etti. Yıkılışın çatırtıları arasında “Duyun-u Umumiye” kıskacı ile iflas bayrağını çekti.
Bir devlet bizim bu anlattığımız tarihler içinde yaşandığı gibi, “din elden gidiyor, şeriat isteriz, gâvur icadı”; sonraları da “fes, şapka, türban, imam hatip, 4+4+4” gibi gerici ve dinci avazları ile bir de bilimden, çağdaş uygarlıktan, çağdaş eğitimden, çağdaş hukuktan ayrılmaya başlanmışsa, dolayısıyla laiklikten uzaklaştıkça inanın o ülkenin bütçesi sonsuza kadar açık verir. Batının ilerlemiş emperyalist ülkelerin ya pazarı olur ya da maşası olur. Bu böylece biline… Çağdaş Batı şimdiki refaha, kültüre, medeniyete dinle, mezheple değil, uzun bir süreçte demokrasiyi yoğurarak bilimle ve laiklikle ulaşmıştır. Başımıza çöreklenen AKP-RTE iktidarı şunu çok iyi bilmelidir ki, dincilik yarışı ile çağdaş uygarlığa ulaşılamaz, dincilik yarışı ile çağdaş olmuş hiçbir ülke yoktur.
İlk bütçeden yani 1653 den 1923 ye kadar her yıl bütçe açık vere vere Cumhuriyetimizin ilk bütçesine gelelim. Aradaki fark tam 270 yıl. (Şu rastlantıya bakınız, matbaanın bulunuşundan yurda gelişine kadar geciken zaman da bu kadar zaman). Bu 270 yıl gibi uzun bir süreçte Osmanlı kendini toparlayamamış; toparlanmak şöyle dursun, Osmanlıda gözü olan emperyalistler Osmanlıya borç verme yarışında olurken, “borç yiyen kesesinden yer” sözünün özüne varamayan Osmanlı, dara düştükçe aynı emperyalistlerden borç almayı sürdürmüş. Sonunda Duyun-u Umumiye icrası kapıya dayanmış, ama heyhaat borçlu hasta yatağında ölmekte idi. Sevr ve Mondros kanseri hastalığı ile “hasta” öldükten sonra tereke açıklanmış, hayırsız babanın borcu genç Cumhuriyet evladına kalmış oldu. Atatürk sayesinde bu genç Cumhuriyet, hem Osmanlının borcunu ödemiş, hem de kemerini sıkarak yurda, şimdiki haramzade-mirasyedi evlat yapılı AKP-RTE iktidarının satıp satıp bitiremediği nice yatırım ve eserler kazandırmıştı. Bu bir yana, zaman zaman 80 yıllık Cumhuriyeti, onun Tanrının rahmetine kavuşmuş kurucu yöneticilerini, “Dersim” falan diyerek hayâsızca suçluyorlar.
TBMM İNİN İLK BÜTÇESİ: 28 Şubat 1921:
Sevgili okuyucular, buraya kadar yazdıktan sonra ve Cumhuriyetin ilk bütçesine gelince, aşağıdaki Zeki Sarıhan’un tespitlerindeki rakamlara bakınca ellerim klavye üstünde titremeye, boğazımda sanki adeta bir yumruk varmış gibi boğulmaya başladım. Böyle hazin, duygulu sahneler için benim köyümde “burnumun direği sızladı” derlerdi; işte öylesine bir şey oldu…
“TBMM, geçen yılın bütçesini (T.C.nin ilk bütçesini), ancak bugün kanunlaştırabildi. 1920 yılı bütçe geliri 51.388.624, gideri ise 63.018.355 lira olarak bağlandı. Gider bütçesinde en büyük rakamı 27.567.039 lira ile savunma harcamaları oluşturuyor. Diğer bazı giderler: Duyunu Umumiye: 7.680.690, Maliye: 6.413.629, Jandarma: 4.858.967, Adliye: 2.756.274, İçişleri: 2.731.023, Eğitim: 577.061. Gelirlerin 26.598.256 lirası vasıtasız, 10.438.895 lirası vasıtalı, 4.783.244 lirası tekellerden sağlanıyor. 23 Nisan 1920 dn bu yana harcamalar avans yasalarıyla yapılıyordu. Ceride-i Resmiye’nin bu günkü 4. Sayısında yayınlandı. Bütçede görüldüğü gibi eğitime ayrılan para, Duyunu-u Umumiye’ya ayrılan paranın on üçte birinden de az. Padişahların har vurup harman savurarak yaptıkları borcu TC. ilk bütçesinden itibaren ödenmeye başlanmış. Bu arada devlet öğretmenlerin paralarını on aydır ödeyemediği için, öğretmenler Maarif Bakanlığına “açız, maaşlarımızı verin” diye telgraflar çekiyorlardı. Milletvekilleri ilkin 100 lira maaş alırken, 30 lirası savaşa kesiliyor, “ev kirası 20 liraya çıktı maaşlarımızı artırın” diye Meclise başvuruyorlardı. Daha sonra, maaşları 200 liraya çıkarılmış; bu sefer de, “savaş ortamındayız, bu para çok, maaşları indirin” diye teklifler gelmeye başlamış. Öğretmenler de 20 lira maaş alırlarmış. İbret için buraya aldık. Karagöz Gazetesinin 9 Mart 1921 günlü sayısında. “Ali Kemal’in boğazından Ankara balının geçmeyişi” diye bir gırgır yazısı vardı. (Hani bir zamanlar Ankara’nın balı meşhur derlermiş ya). [ii]
………….
Giderinden geliri çıkınca Cumhuriyetin mütevazı bütçesinin 11.629.731 Lira açık verdiğini görüyoruz. Hele hele şu Osmanlıdan kalan Duyunu Umumiye’ye borca mahsuben kesilen paraya bir bakın, tam 7.680.690lira…Öbür kurum ve bakanlıkların bütçesine bir bakın, hepsinden fazla; hele Kurtuluş Savaşımızdaki Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) bütçesine bir bakın, sadece 577.061 Lira, günümüzün asgari ücretinden bile az. İnanır mısınız TC Milli Eğitiminin bütçesi emperyalistlerin icrası Duyunu Umumiye’ye ödenen paranın 13 de birinden de az, yani Duyunu Umumiye ödenen yıllık borç, TC nin Milli Eğitimine ayrılan paranın 13 katından da fazla (13,3 katı) Kurtuluş Savaşı devam ediyor, öğretmenler on aydır 20 lira olan maaşlarını alamadıkları için “açız” diye feryat ediyorlar. Milletvekilleri 100 lira maaş alırken, öğretmenlerin de (hem de ödenmeyen) maaşları 20 lira. Yani öğretmenler milletvekillerin maaşından beşte bir kadar maaş almakta. Şimdiki milletvekili maaşı bir öğretmenin maşından 7-8 katı daha fazla. Şimdilerde AKP-RTE iktidarı milletvekillerinin maaş ve emekli maaşlarını bir hamlede kat kat artırırken, öğretmenlerine, memurlarına da üç otuzluk para maaş verirken, zammını vermekte hayli geciktiriyor, gerisini siz vicdanlarınıza not edin.
OSMANLI DEVLETİNİN İLK BORÇLANMASI
Bu vesile ile Osmanlının ilk borçlanmasına da bir göz atalım.
Osmanlı devletinin ilk borçlanma olayı, 1591 yılında devletin asker maaşlarını ödemede zorluk çekmesiyle zengin tüccarlardan borç alması ile başlamıştır. Bu borç verme olayında en çok Rum, Ermeni, Yahudi tüccarların yoğun bulunduğu Galata’nın Hıristiyan kökenli esnafı etkili olmuştur. Bunlar devlete sürekli borç vererek ekonomik ve sosyal ayrıcalıklar elde etmişlerdir.
1566 da II. Selim, tahta çıkarken, culüs akçesi dağıtacak durumda olmadığı için, yeniçeriler kendini Topkapı sarayına sokmamıştı. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa cebinden dağıtmıştı cülus akçesini.
1597 de III. Mehmet, idam ettirdiği zengin kişilerin elbiselerini satarak para bulmaya çalışıyordu.
1854 de Ruslarla yapılan Kırım Savaşı sırasında İngiltere’yle beş milyonluk borçlanma anlaşması yapıldı. İngiltere ve Fransa’nın 1862 de İstanbul’da Osmanlı Devletine verilecek borçların denetimi için kurduğu Osmanlı Bankası ve sonunda Duyunu Umumiye ile imparatorluğun tüm vergi kayıtlarını, depolarını ve gümrüklerini kontrol eder hale geldi. Bu borçtan 68 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu battı.
1914 de Enver Paşa, Alman Gayzeri II. Wilhelm’den beş milyon altın alma karşılığında I. Dünya savaşına girdi.
Daha sonra dış devletlerden borç para alma, yabancı bankalara borçlanma süresi, yoğun olarak Duyun-u Umumi ile başlamıştır.
Mustafa Kemal’e ilk yardım, altın olarak Hindistan Müslümanlarından geldi.
Osmanlının borç alarak saçıp savurduğu, köşk ve saraylara harcadığı borç parayı, T.C. ancak 1946 yılına kadar zar zor ödemiş; kalkınmaya harcanacak paralar borca gitmiştir.
Osmanlı borçla batarken, Cumhuriyet’in Başbakanı Süleyman Demirel de, borçlanmayı hafife alarak “borç yiğidin kamçısı” diyebiliyordu.
Günümüzde ise devletin borcu, 200 mü 300 mü milyar dolar olduğunu, gazetelerden okuyoruz.
Devletin ve insanların gereksiz borçlanmalarını, borcun kötülüğünü devrin şairlerinden Nabi (1642-1712) şu dizeleri ile dile getiriyor:
“Kıl hazer hem deyne alma müptelâ
“Borç gibi âlemde olmaya belâ”
(Sakın borca düşme, âlemde borç, gibi bir belâ yoktur).
“İçtinâb et bahr-i deyne dalmadan,
“Her taraftan mevci yakan almadan”.
(Borç deryasına dalmadan çekin ki borç dalgalar her taraftan yakana yapışma yapışmasın). [iii]
Borçlanma konusunda araştırma yaparken şöyle bir cümleye rastladım: “5 Kasım 1901 de Fransızlar, Osmanlı devletinden alacakları olan 500 bin altın ödeninceye kadar Midilli adasını işgal ettiler”. [iv]
OSMANLININ SON BORÇ DURUMU
“1881’de II. Abdülhamit döneminde kurulan Düyun-u Umumiye, Osmanlı maliyesinin tamamen yabancıların eline geçmesi anlamına geliyordu. Kuruluş İngiltere, Hollanda, Fransa, İtalya, Almanya, Osmanlı Devleti ve diğer alacaklıların yer aldığı yedi üyeli bir meclis tarafından yönetiliyordu. Ancak Osmanlı’dan alacaklılar arasında en kıdemli olan İngiltere ve Fransa kurumun yönetiminde kontrolü ellerinde tuttu. İmparatorluğun tüm finansal trafiğini kontrol eden Düyun-u Umumiye devlet içinde devlet olarak, varlığını Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar sürdürdü.
İmparatorluğun kullandığı borçların tamamının ödenmesi ise 1954 yılına kadar sürdü. Şahısların ellerinde tuttuğu son Osmanlı borcu ise 1989 yılında Turgut Özal döneminde ödendi. 1989 yılında ödenen son Osmanlı tahvilinin vadesi 100 yıldı. Tahvil 1899 yılında çıkarılmıştı. Avrupa’da işlem gören tahviller Osmanlı’da genellikle 100 yıllık çıkarılıyordu. Tahvillere teminat olarak ise genellikle eyalet gelirleri garanti olarak gösteriliyordu.
OSMANLI 2 KEZ SAÇ TIRAŞI OLDU, YÜZDE 50.4 VE YÜZDE 56
Osmanlı devleti aldığı borçları ödeyemez duruma düşünce 1881 yılında Duyun-u Umumiye kuruldu ve o tarihte bugün Yunanistan’ın yaşadığı ve piyasalarda ‘hair cut’ (saç tıraşı) diye adlandırılan borç silme operasyonu yapıldı. Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin’in verdiği bilgiye göre, 1881 ve 1903 yıllarında olmak üzere Osmanlı Devlet’inde iki defa ‘saç tıraşı’ yani borç silme olayı gerçekleşti.
Şöyle ki, 1881 yılında Düyun-u Umumiye’nin kurulmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin borçlarının yarısı yani yüzde 50.4′ü alacaklı devletler tarafından siliniyor. Yapılan bu ‘saç tıraşı’ ile birlikte Osmanlı Devleti’nin borcu 252 milyon liradan 125 milyon liraya indiriliyor. Ancak yapılan bu borç silmeye rağmen sadece faizin faizini ödeyebilen ve borç anaparasını ödemeye bir türlü yaklaşamayan Osmanlı Devleti, 1903 yılında ikinci bir ‘saç tıraşı’ oluyor. Alacaklı devletlerle yapılan görüşmeler sonrasında o dönemde 73 milyon lira civarında bulunan borçların yüzde 56′sı siliniyor ve Osmanlı Devleti’nin borcu 32 milyon liraya iniyor.
DÜYUN-U UMUMİYE BİNASI 1933′TE LİSE OLDU
Düyun-u Umumiye binası Osmanlı İmparatorluğu’nu sömürge haline getiren borçların ödeme planının yapıldığı ve koordine edildiği merkez olarak uzun yıllar önemini korudu. Bina 1933’ten itibaren ise İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılıyor.
ALMAN VE FRANSIZ BANKALAR, NAKİT KARŞILIĞI MADEN ALDI
Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borçlanmasını 1854’te Kırım Savaşı sırasında gerçekleştirdi. Çığ gibi artan savaş maliyetlerini karşılayabilmek için alınan bu ilk kredi daha sonra alışkanlık haline gelecek bir dizi kredi anlaşmasına yönelik ilk adım oldu. Savaş sonrası ülke maliyesinde düzelme olmayınca 1874’e kadar geçen sürede toplam 15 farklı kredi anlaşması yapıldı.
Bu dönemde Osmanlı 239 milyon lira borçlanırken kasasına giren gelirler 127 milyon lira ile sınırlı kaldı. 1875’e gelindiğinde yayımlanan bir kararnameyle Osmanlı Devleti bu borç taksitinin ancak yarısını nakit olarak, kalan kısmını da yüzde 5 faizli bonoyla ödeyeceğini ilan etti ancak bunu da başaramadı. 1877-78’de patlak veren Osmanlı-Rus Savaşı ise finansal felaketi hızlandırdı. O dönemde borçlarını çevirmekte zorlanan Osmanlı, Avrupalı bankalarla borç yapılandırması için görüşmelerde bulundu. Özellikle Alman ve Fransız bankaları Osmanlı’ya destek olmak için nakit karşılığında maden ve toprak işletmeciliği istedi ve aldı”. [v]
Ya şimdiki bütçedeki açık ne durumda ki; işte 2011 yılında kaydedilen 106 milyar dolarlık dış ticaret açığıyla Cumhuriyet tarihinin rekor açığı kırıldı. İsterseniz lafı uzatmadan son on yılımızın açıklarına bir bakalım, durumu değerlendirmek size kalsın.
2001-10,064,867
2002-15,494,708
2003-22,086,856
2004-34,372,613
2005-43,297,743
2006-54,041,498
2007-62,790,965
2008-69,936,378
2009-38,785,809
2010-71,661,113
2011-105,878,875
ATATÜRK DİYOR Kİ:
“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır…Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur… Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
Mustafa Kemal Atatürk
NOTLAR
[i] Tarihimizde Garip Vakalar Reşat Ekrem Koçu Doğan Kitap 2003 Sf:?
[ii] Kurtuluş Savaşı Günlüğü Zeki Sarıhan TTK Yayınları 1996 c: 3, s: 423
[iii] Hayri-name’ye göre XVlll. Yüzyılda Osmanlı Düşünce Hayatı Nabi Doç.Dr.Ali Fuat Bilkan Akçadağ Yay.2002 1642–1712) Sf: 79
[iv] http://www.dostyakasi.com/yirminci-yuzyil-tarihi/3922-20-yuzyil-tarihi-kronoloji.html
[v]http://www.sondevir.com/index.php?aType=haber&ArticleID=54665&q=SARKOZYHaberTürk Mahmut Sancak
Yorum Gönder