Türkiye Avrupa’nın gündeminde yükselen bir güç muamelesi görüyor. Bu iyi bir şey.
Ama Avrupa Birliği Türkiye’nin gündeminden düştü, düşecek. Bu fena!..
Financial Times gazetesi yazarı David Gardner dün iyi bir dostluk yaptı. Geçmişe dönük intikam tatminlerinin hırpalayıcı karanlığında bir ışık yaktı sanki.
Türkiye’nin demokratik gelişimi için AB’ye ihtiyacı olduğu konusunda bizi ve dönüştürücü güç olmaktan vazgeçtiği için de Avrupa’yı uyardı.
Gerçekten de AB üyeliği hayali, AKP’nin ilk dönemindeki reformlarının lokomotifiydi.
Gardner, Başbakan Erdoğan’ın o reform rüzgârında orduyu etkisizleştirdiğini ama sonra demokratik yenilenmenin geri gitmeye başladığını isabetle tespit ediyor.
“Türkiye hapishanelerinde 50’den fazla general, 100’den fazla gazeteci var. Spordan bilime her alanda AKP kontrolü ele alıyor” diyor ve ülkenin bir dikta rejimine gitmesini bir ölçüde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önlediğini belirtiyor.
AKP iktidarının AB idealinden uzaklaşmasına Sarkozy ve Merkel muhalefeti bahane olamaz, olmamalı.
Erdoğan orduyu siyasetten uzaklaştıran reformları “daha çok demokrasi” adına gerçekleştirdi.
Bu hedefe varıldığı ve Türkiye’de darbeler döneminin temelli kapandığı yolunda yaygın bir mutabakat bulunuyor.
Bu fırsat ülkeyi daha liberal ve daha Avrupalı yapmak için mi kullanılacak yoksa dini ölçü ve değerlerin yaşam alanını daha kolay, dirençle karşılaşmadan kapsamasını temin için mi kullanılacak?
Başbakan’ın dünkü grup konuşmasındaki şu bölüm çok umut verici değil:
“28 Şubat döneminde yumruklarımızı sıktık, dudaklarımızı yedik.. Büyük bir metanetle sabrettik. Baş örtülü kızlar sabretti. Anadolu’nun sanayicileri sabrettiler. Aydınlar da sabrettiler. İnançlarımıza hakaret eden, emirle manşet atan, her gün milletin üzerine pislik atan o yayınlara metanetle sabrettik. Brifinglerde ayakta on dakika alkışlayanlar karşısında sabrettik.. Bugün mazlumun ahının aheste aheste çıktığı gündür!”
Rövanşist kazanımların kutlamaları daha epey bir zaman sürecek galiba.
Kinci ve intikamcı tutumların “keskin sirke” gibi sahibine de zarar vereceğini umarız çabuk görürler..
İyi bir AKP’li...
Siyasetin yargıya etkisi, adalete hizmet amacına değil adaleti ele geçirme hedefine dönük oldu hep.
Bu özellikle Anayasa Mahkemesi temelinde böyle...
Anayasa Mahkemesi üyeliğine son olarak Polis Akademisi Başkanı Zühtü Aslan seçildi.
Aslan’ın birikimine kimsenin söz söylediği yok ama onun “iyi bir AKP’li” olduğu konusunda harhangi bir şüphe de bulunmuyor.
17 üyeli Anayasa Mahkemesi’ne Gül’ün seçimiyle katılanların sayısı 8’e ulaştığı için iktidar partisinin yüksek mahkeme konusunda şüphesi veya tedirginliği olmayacak artık.
Siyasal hatta ideolojik kaygıların yargıç seçerken bile belirleyici olduğu bir gelenek keşke hiç oluşmasaydı.
Maalesef bu sakıncalı durumdan rahatsız olanların AKP’yi suçlamaya pek hakkı bulunmuyor. Çünkü daha önce güç onların elindeyken aynı sapkınlık onları yönetmişti.
Dün Genar’ın bir anketi yayınlandı.
Soru şu:
“Cezaevine konulsanız, adil bir şekilde yargılanacağınızı düşünür müsünüz?”
Halkın üçte ikisinden fazlası (yüzde 67,6) bu soruya HAYIR demiş.
Bu güvensizlik siyasetin ortak eseridir.
Ne kadar utansalar yeridir!
Yorum Gönder