SEVGİLİ okuyucularım, dün Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 19. ölüm yıldönümü idi. Allah rahmet eylesin. İstanbul’daki anıt mezarında tören düzenlendi.
Tören fotoğraflarını internet sitelerinde gördüm. Bilemediniz 100 kişi vardı ve onların en az yarısı da Cumhurbaşkanlığı temsilcileri, İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü gibi bazı protokol yetkilileri idi.
Buna aile bireylerini ve koruma olarak gelen sivil polisleri de ekleyin.
Tören ıssızdı, katılım yoktu.
Turgut Özal unutulmuştu .
Dünkü tenhalığı ve unutulmuşluk sahnelerini görünce, aklıma onların geçmişte yaşadığı görkemli, şatafatlı yıllar geldi.
Özal ailesi, adeta bir hanedanlıktı. Sadece Turgut Bey’in değil, bütün hanedanın çevresi yağcılar, yalakalar tarafından kuşatılmıştı.
Semranım derseniz, onun da durumu farklı değildi. Bütün işadamlarının, ANAP yöneticilerinin karıları onun çevresindeydi. Hep birlikte yurtdışı gezilere giderler, Semranım’a akıl almaz değerde armağan alma yarışına girişirlerdi. Küpe, bilezik, yüzük, mücevher, Allah ne verdiyse!..
O hanımların adına kamuoyunda “Papatya” denirdi. Papatya olup hanedana rampa edince, kocanızın işlerini tıkırına sokardınız!
Gazetelerde fotoğraflar çıkardı, ünlü işadamları hanımefendinin önünde diz çökmüş, bir şeyler istiyor, az bir destek talep ediyorlardı!
Bazen görkemli Hasbahçe geceleri düzenlenir, yağcılar ve yalakalar hanedanın önünde sıraya girer, şıklık yarışında birbirleriyle rekabet ederlerdi.
***
Ailenin üç çocuğu vardı: Ahmet, Zeynep, Efe.
Ahmet fırsattan yararlanıp ticarete girmişti. Kendisine çok büyük bir kıyak yapıldı ve Türkiye’de Uzan ailesi tarafından yasadışı kurulan ilk özel televizyon kanalı olan Star’a ortak edildi. Artık paralar Ahmet’e oluk gibi akıyordu. Öteki işlerinde de kazancı çok iyiydi. Almıştı babasının gazını arkasına, kazandıkça kazanıyordu.
Ne zaman ki babasının durumu sallanmaya başladı, Ahmet’i Star’dan şutladılar!
Zeynep derseniz, onun da yaşamı biraz ilginçti. Örneğin bir davulcuyla evlenmiş, bir işadamı tarafından kendilerine Jaguar marka süper lüks araba hediye edilmişti.
Açıkça itiraf edeyim, o dönemde medya bugünkü gibi iktidarın esiri olmamıştı. Bunları özgürce, alabildiğine yazar ve eleştirirdik. O kadar ki, gazeteci arkadaşımız Tayyar Şafak, seçimlerden hemen önce bir parti kurmuştu: Büyük Vatan Partisi. Bu partinin simgesi ilginçti:
Davulu delen Jaguar!
Unutmuşsunuzdur mutlaka, bu çiçeği burnunda parti bile, sadece simgesi nedeniyle seçimde yüzde üç oy almayı başarmıştı.
***
Gün geldi, 1993 yılında Turgut Özal vefat etti…Ve aradan bir süre geçince hanedan yalnızlığa terk edildi.
Çevreleri artık boşalmıştı. Yağcılar, yalakalar, omurgasızlar, papatyalar, vurguncular, hepsi birden toz oldu.
Semranım yapayalnız kaldı.
Yakınlarına “İnsan bir kere düşmeyegörsün” dedi.
Bu doğru söz sadece onlar için geçerli değildi. Hele bizim gibi ülkelerde kim düşerse, başına aynı şey geliyor. Övücüler falan anında toz olup uzaklaşıyor çünkü siyasi güçle işleri bitiyor.
Bugün de kendilerini çok güçlü görenler var! Küçük dağları kendilerinin yarattığını zannediyorlar! Devlet yetkileri onların elinde.
Bir gün onların da düştüğünü, çevrelerinin boşaldığını, iyot gibi açıkta kaldıklarını, “İnsan düşmeyegörsün” dediğini göreceksiniz.
***
Turgut Özal’la benim yaşadığım ilginç maceraları bazı kitaplarımda anlatmıştım.İlk tanıştığımız günü unutmam. Ben ODTÜ İdari İlimler Fakültesi birinci sınıf öğrencisi, o ise bize matematik dersine gelen kısacık boylu, derslere asker kaputuyla giren bir yedeksubay.
Aramızdaki adı “Küçük asker!”
Matematiğin “M”sinden bile anlamayan bir öğrenci sınıf geçmek için kopyaya başvuruyor ve hocası onu yakalamak için yoğun çaba harcıyor!..Ötesini anlatmaya kalkışsam beş ayrı yazı yazmam gerek!..
İlişkimiz böyle başladı ve son yıllarına kadar bu kez gazeteci ile en yüksek düzeylere yükselmiş bir devlet adamı arasında, inişli çıkışlı sürdü gitti.
Yazılarımda onun ANAP iktidarını ve hanedanını ağır biçimde eleştirdim, karaborsaya düşen Turgut Nereden Koşuyor ve Turgut’un Serüveni kitaplarını yazdım.
Çok, ama çok ilginç bir ilişkiydi!
***
Semranım da ilginç bir kadındı. Kocasını çeşitli konularda yöneten, sözünü geçirmeyi bilen, devlet yönetiminde bile ağırlığı olan biriydi.
İçkisini içer, purosunu ve sigarasını tüttürürdü.
Laik bir Türk kadınıydı.
Şimdikilere bakınca, şimdi Türkiye’nin kimlerin eline düştüğünü görünce, itiraf edeyim ki Semranım’ı bu açıdan çok arıyorum.
Şimdi görüyorum ve biliyorum, o da yapayalnız kaldı. Çevresi boşaldı, iş bitirici takımı ortalıktan yıllar önce kayboldu. Dün Turgut Özal’ın mezarındaki tenhalık, bunun en büyük göstergesiydi.
Günün birinde bugünküler de aynı olayı yaşayacaklar.
***
Şimdi biraz da gelelim onun ölümüne!..Semranım, Ahmet ve Korkut Özal’dan yıllarca hep aynı feryadı duyduk:
“Turgut Bey eceliyle ölmedi. Onu öldürdüler!”
Ellerinde belgeler olduğunu iddia ediyorlardı! Öldükten sonra güya saç kıllarını yurtdışında bir laboratuara göndermişler ve oradan “Zehirlendi” raporu almışlardı!
Bu feryatlarla yetinmediler, devlete baskı yapıp savcılık soruşturması başlatılmasını sağladılar.
Ankara Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı ve bu kapsamda benim de ifademe tanık olarak başvuruldu.
İfademde “Bu, sadece ailenin yarattığı bir tantanadır. Gündemde kalmak için tantana yapıyorlar” dedim.
Öldüğü gün Hacettepe hastanesine götürülmüştü. Doktorlar ifade verdiler, normal ölüm olduğunu vurguladılar. O gün ve öncesinde yanında ve yakınında olan herkes aynı şeyi söyledi.
Öldürüldüğü, zehirlendiği konusunda ortaya bir tek bilgi ve belge çıkmadı.
Şimdi merak ediyorum:
Acaba bu soruşturma hangi aşamada? Bir cumhurbaşkanının zehirlenmiş, öldürülmüş olduğu iddiası çok önemli bir olaydır. Bunca tanık dinlendi, bunca bilgi toplandı. Aradan yıllar geçti, acaba sonuç niçin açıklanmıyor ?
Yorum Gönder