Hüseyin Baş’lı Günler - Ali Sirmen

Sevgili,
İki gündür Kıbrıs’tayım. Gencay Şaylan ve Haluk Tosun ile birlikte hasret gideriyoruz. Tabii konu dönüp dolaşıp, geçen hafta bugün toprağa verdiğimiz Hüseyin’e (Hüs) geliyor.
Hüseyin’in geçen pazar günkü cenazesi pek alışılmış türden değildi. Acı vardı, hüzün de, hasret de, çaresizlik duygusu da. Ama bütün bunların yanı sıra, acı da olsa bir tebessüm vardı. Hüs’ü anarken tebessüm etmemek mümkün mü?
Sana geçen hafta anlatmadığım birkaç olayını daha nakledeyim.
Sağmalcılar’da özellikle aşağı ranzalarda yatanlar, yatağın etrafını bir perdeyle çeviriyorlardı. Böylece küçücük bir oda sahibi olmuş gibi oluyordunuz. Dışarıdan bakınca da manzara, o eski Amerikan filmlerindeki yatakları perdeyle çevrilmiş vagonlara benziyordu.
B-1’deki yeni ranzasına, eşi Nevenka perdelerini getirince, Hüs, arkadaşlarının yardımıyla onları yerine taktı. Pijamasını giydi, perdelerini çekti, yattı.
Yatar yatmaz perdeyi şöyle aralayıp, başını uzattı ve uyardı:
- Eskişehir’e gelince beni uyandırın!
Kendi cimriliği üzerine kendisi bir efsane yaratmıştı, sürmesine özen gösterirdi. Bana göre, abartıyordu; ama saygı gösteriyor, oyuna onunla birlikte katılıyorduk.
***
Bir akşam Çiçek Arif’teyiz, Hüseyin bir akıl verdi. Mustafa Alabora’ya döndüm:
- Bak Mustafa, Hüs bir nasihat verdi, dedim.
İyi anlamadı, sordu:
- Ne verdi... Ne verdi?..
- Nasihat verdi evladım, dedim, hesap verecek hali yok ya!
Başka bir gece yemekten sonra bir arkadaş hesapları topluyor, ortaya seslendi:
- Beyler adam başı 30 lira!
Hüs patlattı:
- Herhalde beni de adamdan saymaya kalkmıyorsun!
Bir gün Hüs, C-16 koğuşuna, küçük bir cep radyosu getirtmek için girişimde bulunmuştu. Sonunda bir gün kapı çalındı, gardiyanın biri mazgaldan radyoyu uzattı:
- Hüseyin Abi radyonu getirdim, al!
Hüs, radyoyu alırken, okkalı bir sakal (bahşiş) verdi.
Ertesi gün hapishane müdürü koğuşa geldi, laf arasında Hüs’e sordu:
- Hüseyin Bey radyonuzu gönderdim, aldınız mı?
- Onu siz mi gönderdiniz diye sorarken, Hüseyin sararmıştı.
Sakalı boşuna kaptırmıştı!
Buraya kadarı doğal. Ama sonrası ilginç.
Ne yaptı, nasıl yaptı, nasıl etti bilemiyoruz, ama Hüs verdiği sakalı geri aldı.
Sağmalcılar, çok siyasi, çok ünlü, çok hünerli, çok kabadayı, çok mafya gördü. Ama Hüseyin gibi yanlışlıkla kaptırdığı sakalı geri almayı beceren bir kişi daha görmedi.
***
Bir gün avluda şut atarken dikkat ettim. Hüseyin’in topa vuruşuna bakılırsa, hiç değilse okuldayken, iyi kötü futbol oynamışlığı var gibi görünüyordu.
Her hafta sonu Galatasaray maçlarına gitmese de arkadaşlarıyla toplanıp, televizyon başından izlemekten de geri durmuyordu.
Bir hafta sonu yine toplanmışlar maç izliyorlar, kimi koltuğa oturmuş, kimi divanda, kimi yere bağdaş kurmuş, Hüseyin de boylu boyunca halının üzerine uzanmış yatmış öyle izliyor.
Yeni gelen tanımadığı biri onu öyle yatarken görünce garipsemiş, Hüseyin durumu fark edip açıklama getirmiş:
- Kusura bakmayın! Ben hasta Galatasaraylıyım da!
Ailenin Bafra’da sahip olduğu toprakların ta Canikoğulları Beyliği’nden geldiği rivayet edilirdi. Belki de toprak falan kalmamıştı, beylik döneminde fethedilmiş topraklar muhtemelen tevatürdü. Ama yine de, Hüs’e takılınmasına neden olurdu:
- Sen solcusun, böyle toprak ağalığı sana yakışmaz, dağıt onları!
Hüseyin hemen cengâver bir edayla yanıt verirdi:
- O ata yadigârı topraklar kan ile alındı, ancak kan ile verilir!
Sonra da gevrek bir kahkaha patlatırdı.
Öyle anlaşılıyor ki, dostları Hüseyin’sizliğin acısını “Hüs’lü günler”i anarak hafifletecek.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget