Tam Bir Maskaralık! (2) - Emre Kongar

12 Eylül’ün yargılanma sürecinin tam bir maskaralık olarak gündemin başına oturması konusunda bugün medyayı irdelemek istiyorum.
Önce üç genel ilkeyi anımsatmalıyım:
1) Her toplumsal ve siyasal olay esas olarak bir sonuçtur; bu nedenle ülkenin 12 Eylül öncesinde içinde bulunduğu durum unutulmamalıdır.
2) Hiçbir gerekçe, haksızlıkları, hukuksuzlukları, işkenceleri haklı göstermez.
3) Medya, sermaye yapısı itibarıyla siyasal iktidarların, özellikle de darbelerin, otoriter yönetimlerin baskılarına karşı hassastır, bu dönemlerde derhal otosansür de devreye girer.
***
Bu ilkeler akılda tutularak medyanın tutumuna baktığımızda birkaç gazete ve yazar dışında, 12 Eylül’ü doğuran nedenlerin, örneğin günde ortalama on gencimizin sokak ortasında katledildiğinin üzerinde durulmadığını, buna karşılık bütün yayınlarda sadece yapılan haksızlıkların, hukuksuzlukların, işkencelerin haklı olarak gündeme getirildiğini ve bütün haber ve yorumlarda bugünkü iktidar baskısının hissedildiğini görüyoruz.
Aslında 32 yıl önce de durum farklı değildi:
Medya o gün de iktidar çizgisindeydi, geçmişi eleştiriyordu…
Zaten kafa tutan gazete kapatılıyordu.
Bugün de iktidar çizgisindedir, geçmişi eleştirmektedir…
Zaten muhalifler hapse atılmaktadır.
O gün de bugün de medya, biri darbeyle öteki seçimle gelmiş iki baskıcı iktidarın tehdidi altındadır.
Bu nedenle o gün de, bu gün de mevcut iktidarın çizgisinde, sadece geçmişi eleştiren bir yayın yapmaktadır!
İnsanları rahatsız eden nokta, aynı kişilerin o gün, o iktidarı överken, bugün de bu iktidarı övmeleri, eski yazdıklarının ve söylediklerinin tam tersini yazmaları ve söylemeleridir.
Bu durum, hem bireysel hem de mesleki tutarlılık ve ahlak açısından ciddi çelişkiler ortaya koyuyor, medyaya ve yazarlara olan güveni yok ediyor.
Sorun sadece eski yazdıklarını inkâr eden ve tam tersini yazan kişilerle de bitmiyor…
Kişiliklerindeki özellikler yüzünden aşırılığa meyleden bazı yazarlar, mevcut iktidarlar karşısındaki dalkavukluklarından dolayı, övgülerinde de eleştirilerinde de “aşırıya kaçıyorlar”.
Üstelik bir de yeniyetme, cahil saldırganlar ortaya çıktı:
Bunlar hem cahil, hiçbir şeyden haberleri yok, hem de çok saldırgan, herkesi suçluyor ve ihbar ediyorlar!
Bağıra çağıra herkesi suçlayan, efendilerine hizmet etmek için muhaliflerine saldırırken hiçbir terbiye ve ahlak kuralı tanımayan bu kişiler medyanın yüz karası olarak tarihe geçiyor.
Birkaç cılız ses dışında 12 Eylül 1980’den önceki koşulları anımsatan da pek yok!
Üstelik 12 Eylül dönemindeki haksızlıklar, hukuksuzluklar, hapse tıkmalar, işkenceler çok haklı olarak gündeme getirilirken, bugün de aynı olayların devam ettiğine değinen, birkaç sorgulayıcı ve dürüst kalem dışında, kimse ortada görünmüyor!
***
Sevgili okurlarım, yukarda anlattığım medyanın bu “hal-i pür melâlini”, gazeteci, yazar ve medya patronu olan kişilerin adlarıyla da somutlaştırabilirim…
Ama bireysel teşhirlerin çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. (Zaten herkes her şeyi görüyor.)
Çünkü bütün bu çelişkilerin, bireysel ve mesleki ahlaksızlıkların esas sorumlusu, ister darbeyle gelmiş olsun isterse seçilmiş, siyasal iktidarların baskıcı tutumlarıdır.
Üstelik darbeci iktidarların doğasında olan baskıcılık, seçilmiş ve demokrat olduğu iddiasındaki iktidarlar açısından daha vahim, daha kabul edilemez bir özellik!
İnsan, medyadan kahramanlık beklemese de, kişisel ve mesleki ahlak açısından, medyanın görevi olarak, geçmişle hesaplaşılırken günümüzdeki haksızlık ve adaletsizliklerin de dile getirildiğini duymak istiyor…
Bunu yapmayanların, hele hele bugün eski yazdıklarının tam tersini yazanların geçmişe dönük yargıları da hiç inandırıcı olmuyor.
Konuya dün de bugün de, insan hakları ve demokrasi açısından yaklaşan yazarlar da var elbette; onlar kendilerine ve yaptıkları işe saygı duyan kişiler…
Ama sayıları o kadar az ki!
Salı gününe kişisel 12 Eylül anıları.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget