Bazen zor yazılar yazarsınız. Hatta yazdıktan sonra “Yazmasa mıydım” hissi tırmalar zihninizi... Nadiren siler, çoğu kez dönemezsiniz.
10 yıl kadar önce öyle bir yazı yazmıştım Ayten Alpman’la ilgili... Müzik tarihimizin en tanıdık eserlerden birini bir reklam filminde duyunca ilk tepkim, “Memleketim’i satmışlar” demek olmuştu.
Kültürel varlık haline dönüşmüş bu ezgiyi bir markanın hizmetine vermeye hakkı olup olmadığını sorgulamıştım.
Şimdilerde artık neredeyse her parlayan şarkı hemen bir satış işine soyunuyor. O şarkıyı duygusuyla bize sevdiren yüzler de markanın tanıtım işini üstlenince “O duyguyu boşverin/ şimdi böyle söyleyin” havasında ekranda boy gösteriyor.
* * *
Neyse işte!
Herkes aynı hızla kirleniyor da, ben birinciliği çok sevdiğim Ayten Alpman’a vermiştim. Belki de sanatçılarla bazı şarkıların dokunulmazlığı olsun istemiştim.
Üstelik “Memleketim”, onun olduğu kadar söz yazarınındı. Ona sorulmamıştı bile...
Bunları yazınca eleştiren çok olmuştu.
“Reklamdan aldığı para olmasa o sanatçılar nasıl yaşar, nasıl geçinir” diye soruyorlardı.
Doğruydu belki... Onları piyasadan korumanın başka bir yolu olmalıydı.
* * *
Yazıdan 5-6 yıl sonra bir belgesel için müzik gerektiğinde (belki reklamcıların refleksiyle) “Buraya Ayten Alpman’ın sesi lazım” diye tutturmuştum.
O seste hem yaşanmışlığın yoğunluğu, hem içtenlik duygusu vardı. Hem de hafızamıza yerleşmiş bir memleket kokusu...
Daha önceki yazının tedirginliğiyle aradım; randevu aldım. Çiçeğimi yaptırıp kapısını çaldım. Öyle sıcak, öyle sevgi dolu karşıladı ki beni, doğrusu utandım. Olgunluğuna, yüce gönüllülüğüne hayran kaldım.
Buram buram müzik kokan evinde projeyi dinledi, notalara baktı, sözleri mırıldandı. “Deneyelim” dedi.
Hemen ertesi gün stüdyoda buluştuk.
Tam vaktinde geldi.
Yanımızda eseri birlikte seslendireceği operacı dostlarımız Feryal Türkoğlu ve Selva Erdener de vardı.
Onlar da Ayten Alpman gibi bir ustayla buluşmaktan dolayı heyecanlıydı.
İşe koyulurken “Bu projeye çağırdığınız için çok sevindim” dedi, “Sürekli ‘Memleketim’ söylemem için törenlere çağrılmaktan biraz sıkılmıştım.”
Saatlerce çalıştık. Alpman’ın işini yaparkenki ciddiyeti ve hiç eksik etmediği zarafeti hepimizi etkiledi.
Ancak eserdeki sesler onun tonu değildi; tiz geldi. Ne yaptıysak uymadı, değiştirilemedi.
Ve belgeselimizi onun sesiyle taçlandırma şansını kaçırdık.
Ama zihnimizde tevazu sahibi, kırılgan, iyi bir insan, işini son derece ciddiye alan, sımsıcak bir sanatçı kaldı.
* * *
Benim favori Alpman şarkım, “Ben varım”dı. (O da reklam müziği oldu ya sonra!)
Belki çok sık söylendiğinden, belki bir askeri harekâtla fazlaca özdeşleştiğinden “Memleketim”e daha mesafeliydim.
Ama hiç kuşku yok ki “Memleketim”, bizi bunca farklılıkla ilmek ilmek dağıldığımız bir devirde, aynı notalarda buluşturan, yan yana bir koroya dönüştüren bir sivil milli marş, bir müşterek paydaydı.
İnsan o paydalar azaldıkça anlıyor, paylaşmanın anlamını, tadını...
O hissi bize hediye eden kadına ne kadar minnettar olsak az... Müziğince yaşasın!
Yorum Gönder