İlkyazın sürgün verdiği bir günün öğle saatlerine doğru, Koreli şair So Çong-Ju’nun “Bir Kasımpatının Yanı Başında” adlı şiirini okuyorum.
Şiir beni rahatlatıyor!
Şiir beni bilinmedik mevsimlere götürüyor!
Bilmem dağın doruğu aranıza taşır mı havayı; yanınıza yaklaşıp sessiz, bir göl olur mu? Ölümler, acılar, gözyaşları, işkenceler, zindanlar gözlerimin önünden geçer.
İçim ürperir, alıp başımı gitmek isterim...
Bizim ırk, din, dil, mezhep ayrımcılığına karşı çıktıklarını söyleyen siyasetçilerimiz, aydın diye geçinenlerimiz “ayrımcılığın” daniskasını yaparlar.
21 Kasım 2004 yılında evlerinin kapısı önünde babası Ahmet Kaymaz’la birlikte 13 polisin ateşi sonucu 13 kurşunla delik deşik edilerek öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz davası ne oldu?
Dava önce Eskişehir’e gönderildi.
***
Davanın görülmesine başlandığı gün; Kaymaz’ın ailesi, demokratik kitle örgütleri saldırıya uğradı:
“Kana kan intikam!”
Bizim bağımsız yargımız, 12 yaşındaki çocuğu ve babasını delik deşik ederek öldüren polislerin aklanmasına karar verdi.
Yargı bu kararı hangi gerekçeyle vermişti:
“Meşru müdafaa!”
Ne baba Ahmet Kaymaz’ın ne de 12 yaşındaki Uğur’un üzerinde silah vardı...
Kararın temyiz incelemesi Yargıtay Birinci Ceza Dairesi’nde görüldü.
Sonuç:
“Yerel mahkemenin kararının oybirliğiyle onanmasına...”
O anda aklıma faşist Kenan Evren’in şu sözleri geldi:
“Asmayalım da besleyelim mi?”
Kaymaz ailesi “iç hukuk” yolu tükendiği için AİHM’ye başvurdu.
***
Davayı kabul eden AİHM İkinci Dairesi, Ahmet Kaymaz ve oğlu Uğur’un öldürülmeden ele geçirilmesinin bir yolunun bulunup bulunmadığını Türkiye’ye sordu. Türkiye “yoktu” yanıtını verdi ve şöyle bir savunma gönderdi:
“Polisler ihbar aldı ve maktullerin evlerine gittiler.
Ahmet Kaymaz’ın terör eylemlerinde bulunduğu anlaşıldı.
Arama sırasında evinin önüne silahlı kişilerin geldiği saptandı.
Kalaşnikof silahlar, el bombaları vardı. Polisler de hızlı davranmak için ateş ettiler. Kendi hayatları tehlikede olduğundan ateş ettiler.
Baba ve oğul, polislerin ‘Teslim olun’ çağrısına uymayıp ateş ettiler. Uğur Kaymaz’ın silahından 8, Ahmet Kaymaz’ın silahından 5 mermiyle ateş edildiği saptandı.”
Oysa Adli Tıp raporları tam tersiydi...
Bir çocuk o ağırlıkta bir silahı kullanamazdı, üstelik otopsi bile yapılmamıştı...
***
Unutkan bir toplumuz...
Nice ölümleri birkaç ay içinde unutuyoruz!
Bakın ilkyaz sürgün veriyor, demir kapılı sürgülerin ardında insanlar, mavi bir gökyüzüne, mor menekşelere özlem duyuyor.
Eli kanlı PKK’yle sonuna dek mücadeleye “evet” ama her Kürt yurttaşımızı potansiyel terörist olarak görmeye “hayır” diyorum.
So Çong-Ju’nun dizelerinde binlerce gecenin düşünde, durgun bir göl kıyısında, dağın doruğunda sevdalarımızı çoğaltmayı düşündüm...
Bu ülkede kan gölünden beslenenler var, unutmayın!
Siyasette ırk, din, mezhep, dil ayrımı yaparak ayakta duran, din sömürüsü yaparak muktedir olanlar var!
Söyleyin bana yaşamı ortak kılan nedir? Vicdan nedir, düşünmek nedir, uygar toplum olmak nedir?
***
Daily Telegraph yazarı Tom Chivers, Türkiye’de savcıların “dini değerlere hakaret ettiği” için ünlü piyanistimiz Fazıl Say hakkında soruşturma açtığını yazdı.
Kaç Fazıl Say yetiştirdi bu ülke?
Say, laik ve demokrat kimliğe sahip, temel hak ve özgürlükleri savunur... Irk, din, dil, mezhep ayrımcılığı yapmaz...
Fazıl, Japonya’ya yerleşecek!
Suçu büyük...
Atın onu zindana, aklı başına gelsin!..
Fazıl Say’ın başına gelenleri yarın daha kapsamlı bir biçimde yazacağım.
Yorum Gönder