‘Doublespeak’ ve ‘Toplum Mühendisliği’ - Ergin Yıldızoğlu

“Doublespeak”, Orwell’in “1984” romanında devletin konuştuğu dilin adı. Bu dilde sözcüklerin anlamları siyasi iktidarın amaçlarına göre yeniden belirleniyor. Örneğin “Sevgi Bakanlığı” vatandaşlarına ağır baskılar uygulayan bir iç güvenlik bakanlığının adı. “Barış Bakanlığı” aslında savaşları yönetiyor. “Bolluk Bakanlığı” karneyle mal dağıtımını düzenliyor. “Gerçek Bakanlığı” aslında propaganda bakanlığı. “Arşiv Bakanlığı”nın göreviyse tarihsel belgeleri günün gereksinimlerine göre “düzeltmek”.
Bunlar, pazartesi günü, medyada bir tarihçiyle yapılan söyleşide, Cumhuriyetin kuruluş dönemine ilişkin ısrarla ve biteviye vurgulanan “toplum mühendisliği” eleştirisini okurken aklıma geldi. Türkiye, 12 Eylül Cuntası’ndan, Özal döneminden Derviş döneminin sonuna kadar ekonomide tarihinin en kapsamlı “toplum mühendisliği” projesini yaşadı. Bu dönemde, bir sermaye birikimi düzenleme sistemi ve dünya ekonomisine bağlanma biçimi, medya yapılanması, yasaları, kurumları ve eğitim sistemiyle (üniversiteler vb.) birlikte, devlet eliyle yıkıldı, yerine yenisi yine devlet eliyle inşa edildi. Hem de “Devletin eli ekonomiden çekiliyor” sloganını biteviye tekrarlayan bir “doublespeak” yoluyla.
AKP’nin kurulmasıyla bu ülke, siyaset ve kültür alanında, günlük yaşamda son derecede kapsamlı, bu kez “ruhuna” ilişkin bir “toplum mühendisliği” projesinin şantiyesi haline geldi. Hem de “liberal” laf cambazları bir taraftan “demokratikleşme” adına bu “toplum mühendisliği”ni destekler, bir taraftan da “toplum mühendisliğinden” nefret etmekte birbirleriyle yarışırken. Burunlarının önündekini görmezden gelerek çok bilmiş bir edayla, geçen yüzyılın başındaki bir “olayı” kum torbası bellemiş, durmadan usanmadan yumruklayıp dururken...
Bu sırada her iki alanda da “toplum mühendisliği” yoluna devam ediyordu. Ruhaniliği kimseye bırakmayan bir hükümet toplumsal ilişkileri, kamusal alanları metalaştırmaya devam ediyor, toplumun günlük yaşamını yeniden inşa etmeye çalışıyor, bu çabaları, “eğitim reformuyla”, “ruh mühendisliği” düzeyine yükseltiyordu.
“Demokratik dönüşümler” sabah akşam vurgulanırken gerçek yaşamda dönüşümler, tam bir “doublespeak” örneği olarak bireysel özgürlükleri, kişi özelini, yargı-kanıt-adalet ilişkisini, imha ederek ters yönde ilerliyordu.
‘Toplum mühendisliği’ mi dediniz?
Yanlış anlaşılmasın ben “toplum mühendisliğine” karşı değilim. Kimi eski Marksist, şimdi liberal “entellerin”, “Cumhuriyet devrimi, tarihin doğal seyrinde gitmesini engelledi” gevezeliğinin aksine devrimler, karşıdevrimler, darbeler, savaşlar, ihanetler, “toplum mühendislikleri” tarihin “doğal” seyrinin ta kendisidir. Tarihin bu olayların dışında “doğal” sayılabilecek bir başka seyri yoktur. Toplumu “piyasanın eline bırakma”, insan kaprisinden kurtararak “Tanrı’nın sözüne” “değişmez ve kutsal” yasalara göre, yönetme iddiaları, günlük yaşamda her zaman toplumu, “piyasanın elini” ve “kutsal yasaları” yorumlayanların kaprislerine, birilerinin ekonomik çıkarlarına tabi kılan yönetme biçimleri olmaktan öteye gidememiştir.
Sorgulanması, karşı çıkılması gereken “toplum mühendisliği” değil, “mühendisliğin” amaçları, sadık olduğu “hakikat rejimi” harekete geçirdiği toplumsal (siyasi kültürel) araçlardır.
Bu bağlamda ben, AKP’nin, siyasi, kültürel hedefleri, ekonomik çıkarları olan bir hareketin ifadesi olarak giriştiği “toplumsal mühendislik” çabasını doğal karşılıyorum. Ben, 35 yıldır ve simdi de AKP döneminde yapılmakta olan “mühendisliğin” içeriğinin, amaçlarının sorgulanmasından, eleştirilmesinden yanayım. Ben, kendi hesabıma yaptığım bu sorgulamadan, eleştirilerden hareketle, bu “mühendislik” projesinin içeriğine itiraz ediyorum.
Buna karşılık, ben, toplumsal özgürlükleri genişletecek, sermaye egemenliğini sınırlayacak, hatta kaldıracak, küresel ısınmaya, çevre kirlenmesine son verecek, açlığa, yoksulluğa karşı önlem alacak bir toplum mühendisliğinden yanayım.
Dahası bunlar için gerekli kaynakları toplumda üretecek, birikmiş olanları vergilendirerek yenilerini yaratacak, piyasaların toplumsal etkilerini sınırlayacak, hatta denetleyecek bir toplum mühendisliğine de en fazla “yetmez ama...” diyerek yapıcı, ilerletici eleştirilerimi sunmaya çalışırım.
Okullarda “toplumsal çıkar”, “kamusal alan”, baskı, sömürü, özgürlük kavramlarının bilincinde, yalnızca Müslümanlığın değil, diğer dinlerin de mesajlarını, peygamberlerini ve nihayet ateizmi öğrenen, bilimsel yöntemi aklın eleştirisini öğrenen kuşakları yetiştirecek bir toplum mühendisliğinden de yanayım. Bu kuşaklar karşılarına getirilen düşüncelere, varsayımlara eleştirel bir gözle yaklaştığında, “doğrudur” denen şeyleri kuşkuyla karşıladığında, sürekli “Neden böyle de başka türlü değil” diye sorduğunda, onlara serbestçe tartışma, örgütlenme, kaygılarını sorularını toplumun geri kalanına anlatma olanağı verecek bir kültürel ortamı, bu ortamın kurumlarını oluşturacak toplum mühendisliğini desteklemeye de hazırım.
Eğer toplumu belli ilkelere, “hakikat”lere göre yeniden yapma ilkesinden, “toplum mühendisliğinden” vazgeçersek, geriye yalnızca kâr yapmak, birikim ilkesinin, bedensel haz ilkesinin “kölesi” olmak kalmıyor mu? Bu, insanlığın binlerce yıllık özgürleşme mücadelesini terk etmek olmuyor mu? Sizi bilmem, ama ben özgürlük mücadelesini terk etmekten yana değilim.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget