Kur’an, İslam‘dan nasibin oranını, bilgiden nasibin belirlediğini ifade etmektedir. Buna dayanarak diyebiliriz ki, bugün Müslüman olmayan ama bilgiden nasibi daha çok olan toplumların Kur’an’dan yararlanma oranları Müslümanlardan çok fazladır.
Bunda şaşacak bir yan da yoktur. Kur’an tüm insanlığa hitap ediyor. Nüfus kağıdına Müslüman yazanlara veya kendilerine‚ Müslüman diyenlere değil...
Kendini sürekli eleştiren benliğe yemin eden bir Tanrı’nın kulları, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin” diyen bir Peygamber’in ümmeti kendini değil, dünya âlemi hesabı çekmenin peşinde. Perişan haline şöyle bir bakmak yerine cennete ve cehenneme kimlerin gideceğini listelemenin derdinde. Yazık ki ne yazık! Varlık, var oluş, insan ve evrenle ilgili binlerce soru soran ve sorduran bir kitabın müminleri olduklarını söyleyenlerin yüzlerce yıldan beri bir gün olsun, “Biz ne yapıyoruz, ne yapmalıyız? Acaba şu perişanlığa düşmemizde bizim de bir hatamız olmuş olabilir mi?” diye asla sormuyorlar.
İslam dünyası, hayatı, evreni, varlığı, olayları, kültürleri, geçmişi sorgulamayı bırakalı yaklaşık bin yıl oldu. Bu bırakmışlığın temelinde‚ benliğin kendi kendini sorgulamayı bırakması, Kur’an’ın deyimiyle melâmetin (özeleştirinin) terk edilmesi vardır. O melâmet ki, Kur’an ahlakının ve yaratıcı disiplinin ruhudur. Emevî İslam’ı, Muhammedî İslam’daki melâmetin yerine riyakârlığı koydu ve dinleştirdi. Yani Kur’an’ın temel düşmanı olan şirk, Kur’an’ın dini adına egemen kılındı. Türkiye’de din adına egemen olan da işte o. Şimdi, bu bin yıl sürüp giden yıkımı, akıl ve Kur’an denetiminde durduracak mıyız, durdurmayacak mıyız?
Olmak, ya da olmamak sorusu budur. Gerisi hikâye... İnsan, bir anlamıyla da sorgulayan varlıktır. Sorgulamasız her şey olunur ama insan olunamaz. İslam dünyası
hem sorgulamayı terk etmiş hem de ‘Mükemmel insan’ olma iddiasıyla kasılıyor.
MUSTAFA KEMAL’DEN ÖZÜR DİLENMEDİKÇE OLMAZ!
ÖNCE şu anda elimizde olanı sorgulayacağız, sonra da mirası sorgulayacağız. Bize, “Alın yaşayın!” diye dayattıkları ne varsa sorgulayacağız. Kur’ansal ilke açıktır: “Atalarımız hangi hal üzere idiyseler biz onu izleriz...” diyen putperestliğe isyan etmek zorundayız. Bugüne kadar putperestliğe ters düşmeyi değil, bunun tam aksini ilkeleştirerek, bize dayatılan ve tabulaştırılan ne varsa kutsadık. İşte belanın esası bu şirk takıntısıdır.
Mustafa Kemal mirası bu sorgulamayı yaptığı için, Allah ile aldatma saltanatının şeytanî simsarlarınca din dışı gösteriliyor. Elbette ki meseleleri din değil, din üzerinden sağlanan saltanat ve rant. Mustafa Kemal işte o rant tezgâhını yıktı. Gerçek dini güçlendirdi ama onu yıktı. Dinci saltanat odaklarının, haçlı emperyalizmle işbirliği halinde bir asra yakın zamandır yürüttükleri ‘Mustafa Kemal’i İslam dışı gösterme operasyonu’, tarihin en namert nankörlüklerinden birdir. İşte bu nankörlük durdurulup Müdafaai Hukuk Başbuğu’ndan özür dilenmedikçe iflah olası değil.
Tarihin diyalektiği, o nankörlüğün faturasını İslam dünyasına ve Türkiye’ye ödetecektir. Ya ödeyeceksiniz ya da tövbe edip özür dileyeceksiniz. Başka bir yolun olmadığını Batı da onun hizmetkârlığına soyunan siyaset dinciliği de görecektir. Bu, Allah’ın vaadidir. ABD’nin olabildiğince insan yürekli başkan’ı Bill Clinton 1999
Kasım’ında yani Berlin Duvarı’nın yıkılışının onuncu yıldönümü münasebetiyle Georgetown Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta Türkiye ile ilgili bir tespitte bulunarak şunu söylemişti:
“İnanıyorum ki, önümüzdeki yüzyıl büyük ölçüde, Türkiye’nin geleceğine, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekillenecektir...”
Clinton’ın söylemek istediği, 21. yüzyılda Türkiye’nin misyonunun Hıristiyan Batı veya Müslüman Doğu’da hiç kimse tarafından oynanamayacak bir misyon olduğudur. Bu misyon, İslam dünyasının öteki ülkelerince üstlenilemez, çünkü onlarda Atatürk ve laiklik yok. Bu misyon, Hıristiyan Batı ülkelerince de üstlenilemez; çünkü onlarda da İslam yok. Türkiye, İslam ile akılcılığın, bir başka deyişle, İslam ile laiklik kucaklaşmasının mümkün ve mutlu bir tablosu olarak, bir başkası tarafından oynanamayacak bir rol oynamaktadır. Bu rolü layıkıyla oynayıp misyonunu tamamlarsa insanlık bundan büyük yararlar sağlayacaktır. Aksi olur, Türkiye diğer Müslüman ülkelerin oturduğu kefeye oturtulursa (ki bugün ABD-AB-saltanat dinciliği ittifakıyla yapılmak istenen budur) bunun sonuçları hem İslam dünyası için hem de Batı için çok kahırlı olacaktır.
Yorum Gönder