Çözüm arama veya “çözüm bulamadığın için suçlanma” sorumluluğundan kurtulmaya birebir yöntemdir bu.. Gaziantep’te Dr. Ersin Arslan’ın bir hasta yakını tarafından öldürülmesi binlerce doktoru sokaklara dökmüştü ki bu kez bir milletvekilinin “doktor dövdüğü” haberi duyuldu.
MİLLETVEKİLİ TERÖRÜ
BDP Van Milletvekili Özdal Üçer Van’da kaza yapan eşi ve kızının getirildiği hastanede “geç müdahale edildiğini” söyleyerek Doktor Oğuz Eroğlu’nu tekme tokat dövmüş ve neden olarak da “kendisi olduğu için özellikle yaptıklarını, bunun ırkçı, faşist bir tutum olduğunu” söylemiş.
Hastaneden verilen bilgide ise “küfürlerinin hastanede yankılandığı, yaptığının tam bir şiddet gösterisi olduğu” bildiriliyor. BDP milletvekillerinin daha önce görevlilere tokat atma olayları, hakaretleri haberlere yansımıştı. Görünen o ki kendi psikolojileri, düşmanca tutumları ve duyguları onları ilk öfke anında şiddete yöneltiyor. Ama bu tavrı derhal kesmeleri lazım zira bu ülke insanı zaten PKK teröründen ve diğer şiddet olaylarının ayyuka çıkmasından bıktı, bir de “milletvekili terörü” izlemek zorunda değil.
HER VATANDAŞ ÇEKİYOR
Hastanelerde “geç müdahale” veya “yanlış müdahale” gibi olaylar da yaşanıyor ve bunların çoğuyla “sahipsiz vatandaş” karşı karşıya.. Onlar eşine, çocuğuna, anasına, babasına yapılınca kimseyi dövmüyor da milletvekili olunca bu “hak” mı oluyor? Gaziantep’teki gibi “vatandaştan gelen” bir saldırı olayı nadiren yaşanır ama bir milletvekilinin “doktor dövdüğü” sanıyorum ilk kez görüldü..
Bu konuma gelmiş bir insan topluma böyle kötü, böyle bağışlanamaz bir davranış örneği sunma hakkına “hiçbir nedenle” sahip değildir. Milletvekili böyle bir durumda “Sağlık Bakanı”nı arayarak durumu bildirir ve “daha acil müdahale” ister, yetmiyorsa dava açar, hakkını yargıda da arar. Ama “başka insanların da karşılaştığı bir sorun” durumunda öfkeyle doktorlara saldırıp sonra da “faşizm, ırkçılık” masalı anlatırsa buna kimseyi inandıramaz.
Türkiye’de milletvekilleri bu tür sorunların üstüne eğilip ülkeye yarar sağlayacaklarına, örneğin bu olayda “kendi deneyimleriyle” Sağlık Bakanlığı’nı “hastaneleri düzeltme, doğru dürüst denetleme” görevine çağıracaklarına, Meclis’te bu tür ülke sorunlarıyla uğraşacaklarına devamlı kavgayla, didişmeyle, birbirlerine “hakaret ve tehditler”le zaman tükettikleri için işte bu sorunlar gün geliyor kendi karşılarına da çıkıyor.
“Aynaya bakmayı” hatırlasalar iyi olur! BDP Milletvekili o doktordan da, tüm doktorlardan da, kötü örnek yarattığı için toplumdan da özür dilemelidir!
Bu da yargı şiddeti!
Diyorum ya, tek bir konuda veya olayda değil, nereye baksanız şiddet, hakaret örnekleriyle karşılaşıyorsunuz, bu ülkede insanlık, saygı, huzur, adalet ve neredeyse tüm değerler yok oluyor sanki.. Balyoz davasında “deliller değerlendirilmeden” savcıların mütalaa vermesini protesto eden avukatlar izleyici sıralarına oturduktan sonra “Mahkeme Başkanı ile sanıklar arasında” tartışma yaşanmış.
MAHKEMEDE ‘KIÇ’LI KONUŞMA
Öyle normal, sıradan bir tartışma değil, yine şiddet burada da mevcut. Mahkeme Başkanı Ömer Diken önce gayet sert bir ifadeyle “Mahkemede ayağa kalkmaya tenezzül etmiyorsunuz.. Bugüne kadar size hoşgörülü davrandık, ayak ayak üstüne attınız” demiş, sonra eklemiş; “kıçınızı dönüp oturdunuz”.. “Çıkın dışarı”..
Bu konuşma bile “mahkemenin, yargının tarafsızlığı” konusunda şüphe yaratmaya yetecek bir nedendir ama biz “tarafsız gözle” bakmaya devam edelim. Hiç alınmasınlar; başka bir ifade tarzı, Türkçe’de başka deyim, kelime mi yok da “kıçını dönüp oturma” seçiliyor? Bir mahkeme “hüküm bile giymemiş, giymediği halde aylar yıllar boyu hapis hayatı yaşatılmış” insanlara nasıl davranmalıdır ki (ve “hoşgörü” olarak ne yapılmıştır ki) hoşgörüden söz ediliyor? Karşılarında bir esrar şebekesi üyeliğinden filan mahkum olmuş kişiler mi var ki (öyle bile olsa hakaret edilemez ama..) bunca hakarete layık görülüyor?
SÖZ KONUSU HAYATLAR!
Bu davaları izleyenler hakimlerin gerçekten de “deliller değerlendirilmeden, savunmalarda ne söylendiği umursanmadan, sanki peşinen kararlaştırılmış gibi” mütalaa verdiklerini, “tutukluluğun devamına” denerek biten duruşmaların artık rutin hale getirildiğine defalarca şahit oldular (gazeteci, milletvekili duruşmaları da farklı değil) ve olmaya devam ediyorlar.
Ortada “çalınan özgürlükler, leke çalınan onurlar, terörist suçlamaları, cezaevindeki kötü şartlar” gibi hayati bir durum olduğunda artık ayağa kalkmadı veya sırtını döndü diye alınmak söz konusu olamaz. Mahkeme başkanı bile olsa kimsenin tutuklulara “hakaret hakkı”, “şiddete mazeret hakkı” olmayacağı gibi.
Nasıl da yorucu, yıpratıcı, üzücü bu olayların hepsi değil mi? İnsan söyleyecek söz bulmakta bile zorlanıyor!
Yorum Gönder