Demokrasi... Laiklik... Özgürlük... Çağdaşlık... Yaşam hakkı...
Hemen hemen herkesin dilinde bu kelimeler yinelenip duruyor.
Aslında bu bir oyundur...
Neredeyse gençlik yıllarımdan beri bu kelimeleri duyarım ben...
Gazetecilik yıllarımda yine aynı üç kelimeyi kimlerden duymadım ki!
Birkaç gün önce Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in açıklamasını izlerken, 2010-2012 yılları arasında 7 bin 43 üniversite öğrencisi hakkında soruşturma açıldığını öğrendim.
***
Peki 7 bin 43 öğrenciye ne cezası verilmiş?
4 bin 43 öğrenci üniversitelerden uzaklaştırılmış...
Bakan Dinçer, İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel’in soru önergesini yanıtlarken söylemiş bu acı gerçeği...
Burada asıl acı olan, üniversite öğrencilerinin işledikleri suçlar.
Neler mi?
YÖK, rektörlük ve hükümetin eğitim politikalarını protesto etmek... Harç, yurtlarda yemek, barınma, ulaşım sorunlarının çözümlenmesini istemek... Anadilde eğitim hakkını savunmak... Okula soda, ekmek, simit, poğaça getirmek... Islık çalmak, halay çekmek, birlikte müzik dinlemek...
Afiş asmak, kitap okuma etkinliği düzenlemek, bildiri dağıtıp basın açıklaması yapmak...
Say say bitmiyor!
Dünyanın hangi gelişmiş, demokratik ülkesinde üniversite öğrencilerinin üzerinde böylesine bir baskı vardır, söyler misiniz?
***
Bir ülkede 500 üniversite öğrencisinin, 100 gazetecinin tutuklanması içinizi acıtmıyor mu?
Benim ülkemde kitap okumak sadece 12 Eylül’de suç kanıtını oluşturmuyordu, şimdilerde de durum aynı...
Bilim insanları, öğrenciler, gazeteciler “terör örgütü üyesi” ya da “terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlamasıyla yaftalanıp zindana atılıyor.
Sanki kıyamet günlerini andıran bir dönemden geçiyoruz.
Mutlu bir sonu arama çabalarımız yavaş yavaş yok olurken, yüreğimiz titriyor.
İnsanlığı mahveden zulmü, baskıyı, gözaltındaki kayıpları, işkenceleri, faili meçhulleri yaşadık hep birlikte.
Albay Kazım Çillioğlu’nun ölümüyle ilgili soruşturma çok önemli bir aşamaya geldi. Albay Çillioğlu’nun mezarından çıkarılan kemikler üzerinde yapılan araştırmada, olayın intihar olmadığı, işkence yapıldıktan sonra öldürüldüğü saptandı.
***
Bilirkişinin savcılığa sunduğu 62 sayfalık raporu okuyunca tüylerim diken diken oldu.
17 yıl önce intihar ettiği açıklanmıştı Çillioğlu’nun.
Oysa intihar değil cinayetmiş...
Kimler öldürdü Çillioğlu’nu? Devletin derin kökleri yerli yerinde mi duruyor yoksa? Niçin yakalanamaz hâlâ Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım?
JİTEM, niçin devletin birimleri tarafından kabul edilmez, ortada “ben kurdum” diyen ve diyenler varken!
Kim bilir daha nice cinayetler var böyle bilmediğimiz.
Onun için boşunadır kıyamet günlerinde mutlu bir sonu aramak.
***
Ölümlere alışkın bir toplumuz...
Kimimiz zindanlarda öldü, kimimiz işkencelerde.
Kimseden ama kimseden hesap sorulmadı hiçbir zaman.
Bakın Bakırköy Kadın Cezaevi’nde, sevgilisiyle birlikte kocasını öldürmekten tutuklu bağırsak kanseri hastası 32 yaşındaki Serap Şimşek, CHP milletvekili Veli Ağbaba’dan muhabbet kuşu istemişti.
Ağbaba, daha önce Serap’ı cezaevinde ziyaret etmiş, bir isteği olup olmadığını sormuştu...
Bağırsakları dışarıda, bir eli somyaya bağlı olan Serap, Ağbaba’dan ölümle pençeleşirken iki muhabbet kuşu istedi.
CHP’li Ağbaba iki muhabbet kuşu gönderdi Serap’a...
Ancak idare, iki kuştan birini sakıncalı bulmuş olmalı ki, ötekini Serap’a vermedi...
Geçen haftayı yine işkencelerle, ölümlerle, 12 Eylül’le geçirdik.
Bu hafta neler olacak bilemem!
***
Mutlu bir son mu arıyoruz, yoksa yaşadığımız toprağa basarken hiçbir şey hissetmiyor muyuz?
Duygunun yitip gittiği, insan onurunun ayaklar altında çiğnendiği yıllar ve bugünler...
Değişen hiçbir şey yok!
Bir buzulun çatlağına benziyor yaşam, yaşamlarımız!..
Cezaevinde bir kadın ölüyor, ayağa kalkın!..
Yorum Gönder