Suriye’ye demokrasi ve özgürlük dersi verirken... Dünya liderliğine soyunurken... Malatya’da füze kalkanı kurarken... 10 bin HES yaparken... Eğitimi ideolojik bir yapıya dönüştürürken... İran’da mollalarla kucaklaşırken...
Sen vur vurabildiğin kadar!
Biberle!
Tekmele!
Copla!
Vatan için, millet için!
Vur vurabildiğin kadar!
Rahatla!
Gencine vur, yaşlısına vur...
İşçisine, memuruna, öğretmenine, üniversite öğrencisine vur!
Vurmak sana yakışır...
Yaşamın o derin suyuna bakmadan, gecekonduda otururken, 48 saat uyumadan görev yaparken vur vurabildiğin kadar.
Vur polis kardeşim, kimin için vurduğunu bilmeden...
Gecenin sesinde, soluğunda yatağına uzandığında gerçekten için rahat mı?
Görevini yaptın mı?
Mutlu musun söyle Tanrı aşkına?
***
Bu yazdıklarımı okumayacağından eminim ama olsun, ben yazayım yine de...
O tekmeleyip, biberleyip panzerlerle su sıktığın, yerlerde süreklediğin insanlar senin kardeşlerin.
Sen de emekçisin, onlar da!
Bunun bilincinde misin?
Sen iktidarın değil devletin polisisin!
Bizi de copladılar zamanında, tekmelediler, yerlerde sürüklediler, gözaltına aldılar.
12 Mart’ları ve 12 Eylül’leri yaşadık, işkencelerden geçtik, öldürüldük.
Hapis yattık yıllarca...
Onlar ne kazandılar?
Vicdan sahibi değildi hiçbiri...
Ruhları körelmişti!
Ne kentlerin sessizliğini bilirlerdi, ne yaşamı...
Avuçlarından güneş suyu içmemişti onların kuşlar.
Gözleri hiç ışımamış, kirpiklerine çiy düşmemişti.
Çocuklarının bile gözlerinin içine bakamamışlardı...
Biz geleceğin umudunu arıyorduk, aşkı, tutkuyu, özlemi...
Bir iz peşindeydik daha güzel bir dünya için...
Özgürlük için!
Emek için!
Sevgi için!
Ellerimizde çiçeklerin açmasını, içimizdeki sonsuz uzaklıkların yakınlaşmasını...
Vurulduk, kıyıma uğradık...
Tüm bunlara karşı çoğalmadığımızı söyleseler bile çoğaldık.
Hopa eylemlerini düşün... Onlar terörist değil çevre eylemcisiydi.
Metin Lokumcu, biber gazı ve kalp krizi...
Hiç yüreğinde bir acı duyumsamadın mı?
***
Göğün zenginliğini, uçan kuşları, baharın habercisi çiçeklenen ağaçları düşün...
Sömürüye, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, paralı eğitime, HES’lere karşı çıkan, demokrasi ve özgürlük isteyen o insanları acımasızca döverken vicdanının sesini dinle.
Ne geçiyor eline?
Mutluluk!
Huzur!
Güven!
Görev!
Hangisi?
Yoksulluğun, sömürünün önüne mi geçeceksin o insanları biberleyerek, döverek!
Size emir verenler yarın emekli olacaklar...
Senin çocukların da büyüyecek, okula gidecek, üniversiteye...
Ve adım gibi biliyorum, çocukların da başkaldıracak bu bozuk düzene karşı.
Onların da coplandığını, dövüldüğünü, biberlendiğini görünce ne yapacaksın?
Adalette eşitlik bir gün sana da gerekecek, sakın unutma!
Unutma yaşamın o derin suyunu....
Var olmayı, umudu, umutsuzluğu...
Bunun adı hiçbir zaman “terörle mücadele” değildir...
Çünkü onların hiçbiri terörist değildi.
Çağdaş, bilime dayalı bir eğitim istiyordu son copladıkların ve biberlediklerin...
***
Sonlarına geldim yazımın...
Okumayacağını bildiğim halde yazdım işte.
Böyle gelmiş, böyle gider...
İşkencelere, biberlemelere ve ölümlere alıştık nasıl olsa...
Sivas Madımak, Gazi, faili meçhuller, Hizbullah vahşeti, devlet içinde örgütlü silahlı güçler...
Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı 40 yıl önce Kızıldere’de öldürüldü. Çoğu arkadaşımdı benim.
Akan birer yıldız gibi kayıp gittiler 20’li yaşlarında. Saffet, Cihan, Ömer ve diğerleri...
Ve geldik bugünlere...
Suriye için demokrasi ve özgürlük isteyelim, dünya liderliğine soyunalım, mollalarla kucaklaşalım, sömürgecilerin taşeronu olup emperyalizme alkış tutalım...
İleri demokrasiye adım atalım!
Yorum Gönder