Dün 28 Şubat’ın askeri kanadına 31 adreste baskın yapılmış ve Genelkurmay eski 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir ile birlikte 9 kişi gözaltına alınmış. Aslına bakarsanız uzun süredir, hatta Ergenekon soruşturması, darbe iddialarıyla tutuklamalar başladığından beri yoğun olarak 28 Şubat’tan söz ediliyordu, son haftalarda Hükümet’in devamlı gündemindeydi, bu nedenle pek de sürpriz sayılmaz..
Yalnız tartışmaya açık önemli iki nokta var ortada.. Çoğunluk olaya “darbelerle hesaplaşılıyorsa, 28 Şubat’ın da darbe sayılacağı söylendiğine göre onunla da hesaplaşılacak” diye bakıyor olabilir.. Ama azımsanmayacak bir başka çoğunluk da ortadaki antidemokratik baskılara, siyasallaşmış yargıya bakarak bu “darbelerle hesaplaşma” meselesinin olması gerektiği gibi yapıldığına-yapılacağına inanmıyor ki aralarında 12 Eylül darbesinin birebir mağduru olmuş sanatçılar ve başka insanlar da var. Benim “iki önemli nokta” dediğim şeyler ise başka..
MGK KARARI, HÜKÜMET NE OLACAK?
Birincisi, 28 Şubat’tan söz ederken hep sorduğum sorular.. O kararlar “içinde dönemin Başbakan’ı Necmettin Erbakan ile Yardımcısı Tansu Çiller’in, bakanların da olduğu Milli Güvenlik Kurulu”nda alınmış. Altında asker-sivil hepsinin imzası var. Anayasal kurumlar çalışmış, demokrasi kesintiye uğramamış .. Yani “bir baskı” elbette söz konusu ama iddia edildiği gibi “bir darbe” sayılmasını gerektiren nedenler mevcut değil. Bu hesaba bakarak, “demokratik bir ülkede antidemokratik tüm baskılar” soruşturmaya tabi tutulacaksa çok soruşturma açılması mümkün diye de düşünülebilir..
YARGI ‘BAĞIMSIZ’ İSE..
İkincisi.. Bu gözaltı haberinden sonra Hükümet’ten ilk açıklamayı Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı yaptı ve “Dizginleri halk eline aldı, demokratik temizlik yapılıyor, hak ve özgürlükler yükseliyor” dedi.. Yargının verdiği bir kararı sanki iktidar partisi vermiş havasında bir konuşma.. Nitekim yargı da nedense Hükümet’in üzerinde ısrarla durduğu ve eğitimle ilgili yasada bile “28 Şubat’ın izleri temizleniyor” dediği olayda gözaltı kararı veriyor ama durmadıkları olaylarda “dava başlamış ve ortada yeterli kanıt varsa bile” vermiyor. Bakan Yazıcı’nın “demokratik temizlik” sözü sadece istenen konularda uygulanıyor, istenmeyenler başarılı bir şekilde es geçiliyor.
Örnek mi; 12 Eylül soruşturmasında Evren ve Şahinkaya için savcının tamamen keyfi olarak “tutuklama istememesi”.. Darbeler soruşturuluyorsa, Türkiye’de tarihin akışını değiştiren “27 Nisan muhtırası” atlanamayacakken nedense yargı oraya hiç dokunmuyor.. Deniz Feneri gibi her tür kanıtın ortada olduğu, fakat siyaseten korunmakta olan bir büyük davada “savcılar görevden alınıp yerlerine başkaları konduktan sonra” suçların niteliği değişip hafifleyiveriyor. Yargı katilleri salıveriyor ama en garip çelişkiyi yaratarak “milletvekili seçilmiş insanların tutuksuz yargılanmasına”, en tanınmış bilim adamının (ve milletvekili) anasını-babasını ölmeden önce son kez görmesine izin vermiyor. Onların “kaçacağına” inanıyor.
Bu dev çelişkiler ortadayken maalesef artık hiçbir davanın ve hiçbir kararın “hukuk çerçevesinde” olacağına inanmak mümkün değil. Ama bu kez de savaş kapıdayken, teröre de şehitler vermeye devam ederken bu konulara kafa yoracak ortam bile yok!
*****
Buna ‘adalet’ diyen varsa açıklasın!
Eh “bir defada tam 15 bin suçlu tahliye ediliyor”sa buna cezaevleri yine hızla boşaltılacak, kararı verilmiş denir. Çıkanlar arasında “cezası 2 yıl veya daha az kalan hükümlüler, hasta, sakat ve yaşlılar, iyi halli hükümlüler” varmış..
Hükümetler af çıkarmaya niyetlendi mi, kim ne derse desin faydası olmuyor.. Son dönemde zaten yalnız bunda değil, hiçbir olayda, hiçbir tepkinin yararı olmuyor o başka.. Ama lütfen, kimse kızmasın-alınmasın, ben de burada “vatandaşların hukuk önünde eşit olması” adına “one minute” demek isterim. Burada bırakılanlar “hükümlü”, yani suç kesinleşmiş, kanıtlanmış, cezalar zaten birçok indirime uğramış, sonunda da binlercesi bir anda affediliyor. Ve aralarında “cinayet, tecavüz, yaralama, çocuk tecavüzü (bırakın şu “istismar” lafını, aldatmacanın ta kendisi bu), dolandırıcılık, gasp, hırsızlık” suçları var.
Yani “mağdurlar yaratmış ağır suçlar”ın cezasını “o mağdurlara sormadan” ortadan kaldırıyorsunuz ki bu durumda kesin bir “adaleti ortadan kaldırma” söz konusudur.
DENETİMLİ SERBESTLİK AYIRIMCILIĞI
Sonra “hasta, sakat ve yaşlı hükümlüler”in affedildiği açıklanıyor.. Onlar “hükümlü” oldukları halde (ve yine kimbilir hangi suçlardan içerdeler) bu şartlarda serbest bırakılıyorlarsa, yıllardır süren ve daha ne kadar süreceği de bilinmeyen darbe iddiası soruşturmalarında gazetecisi, milletvekili, bilim adamı “hükümlü olmadığı halde” neden ısrarla içerde tutuldu ve tutuluyor?
Adalet Bakanı Sadullah Ergin “milletvekili seçilen ve hüküm giymemiş kişilerin tutuksuz yargılanması”nı isteyen önergeye ilk karşı çıkan kişi oluyor da, katil, tecavüzcü, çocuk tecavüzcüsü gibi en ağır suçlardan “hüküm giymiş” suçluların bırakılmasında neden hiçbir itirazı duyulmuyor? Bunlara “denetimli serbestlik” verilebiliyor da neden onlara verilemiyor? Onlar içerde hastalandıklarında ölmelerine bile göz yumulurken, her yaşta tutukluya ayırım yapılmazken 12 Eylül darbecileri ile bunlar neden “hasta ve yaşlı” oldukları için anlayış gösteriliyor?
Birinci grupta “iyi hal”den hiç söz edilmezken, içinde katil ve tecavüzcülerin, dolandırıcıların, hırsızların bulunduğu ikinci gruba neden “iyi hal” indirimi tanınıyor? Bunların hepsi “hukukta çifte standart” değilse ne anlama gelmektedir?
Kim ne derse desin artık Türkiye’de adaletten söz edilemez efendim!
Yorum Gönder