24 Ocak’sız, Özal’sız 12 Eylül Yargılaması Olabilir mi?

12 Eylül darbe sabahı ilk bildiri ile grevlerin yasaklanması eşyanın tabiatına uysa da, ilk yasal icraatın yürürlükteki yasal düzene göre işveren kasalarında işçinin parası, hak olarak birikmiş kıdem tazminatlarının çoğunluk payının gasp edilmesi, işverenlere geri verilmesinin ideolojik anlamı yok mu? Zaten darbenin ilk haftası içinde Özal adına açıklama yapan Ekrem Pakdemirli ilk iş olarak ücretlerde bozulmuş piramidi yeniden oluşturacaklarını ilan ediyordu... Toplusözleşmeler, güçlü sendikacılık düzeninde gelişmiş işçi hakları, kazanımları, gerçek ücretler, önce Konsey döneminin yasaları ile oluşturulmuş sendikalar adına sözleşme yapma yetkisi devredilmiş hakem kurulunda, tahkim düzeninde aşağı çekildi..
İster inanın ister inanmayın, istenen piramit, çoğunluk işçinin çok ağır yoksullaştırılması, sendikasızlaştırılıp kuralsız köleleştirme düzenine doğru püskürtülmeleri.. 1984 sonrası, yasaklı anayasa, sendikal yasalar düzeninde, Özal’ın sivil iktidarında geri püskürtülmüş, teslim alınmış işçi sendikaları, hükümet denetiminde güçlendirilmiş kamu-özel işveren sendikaları devrede, yeni liberalizmin istediği, dayattığı piyasalar düzeninde Türkiye’ye biçilen role uygun olarak düzenlendi. Özal’dan kör topal olsalar da kalan sendikalar, elinde bahar-yaz direnişleri, Zonguldak direnişi ile yarım kalan projesinin çok daha çarpıcı boyutlarda gerçekleştirilmesi ise Erdoğan hükümetlerinin icraatlarının eserleri. Rejimi demokrasi olan ülkelerde görülmemiş, yüzyıllar gerisine dönülmüş kölelik çalıştırma koşulları, sendikal düzenin dibe vurması, kuralsız çalıştırmada patlama.. piyasalar düzeni üzerinden büyüme rekorları kıran Erdoğan iktidarlarında...
ABD’den söylenmiş “Bizim çocuklar başarmış” sözü, 12 Eylül darbesinin başarılması ile sınırlı bir anlam taşımıyor. Asıl anlamı, yine bir darbenin ürünü olsa da 1961 Anayasası, ’63 sendikal yasaları ile kazanılmış demokrasi ortamında, geniş sendikal haklar, demokratik sivil toplum örgütlenmeleri, siyasette solun önünün açılması ile Cumhuriyet birikimlerinden güç kazanmış aydınlanmacı toplumsal birikimle, Türkiye’de yaşanan büyük toplumsal patlamanın, küresel ideolojinin çıkarları, Türkiye’ye biçilen rol arasındaki çelişkiler, çatışmanın operasyonla kırılması.. 12 Mart darbesi ile gerçekleştirilen budama, geriye çekme yetmemiş, çok daha iyi hazırlanılmış 12 Eylül darbesi, büyük bir cephenin ayrıntılı hazırlıkları ile devreye sokulmuştu. Tüm siyasal, sendikal, demokratik sol örgütlenmeleri silindir gibi ezen, genel demokrasinin tüm kurumlarının ezilmesini hedefleyen projenin on binleri yıllarla cezaevlerinde tutup işkenceden geçirmesi, bu kadar çok sayıda insan canına mal olması, çok boyutlu ağır insan hakları ihlalleri bundan..
***
DİSK’in her kademe yöneticisinin toptan tutuklanıp çok ağır işkenceden geçirilip tutuklu yargılanmaları sürecine nokta konmamışken, ABD’de Türkiye masasından sorumlu en yetkili kişinin söyledikleri hiç aklımdan çıkmadı.. 1983 sonbaharında, mahkûm olmadan serbest bırakılmalarına aylar kala, “Biz ABD olarak tek konfederasyon Türk-İş kalsın istemiştik, ama Avrupalı dostlarımız DİSK’lilere çok üzüldüler, onları daha fazla üzmek istemiyoruz..” demişti. Sivil döneme geçmeden, Özal iktidara geçmeden biz Türk-İş genel kurulunu izlerken, davaları düşürülmüş olarak serbest bırakıldılar.. DİSK, açılana kadar üyelerini kaybetmişti, bir daha da toparlanamadı..
Aslında Türk-İş ve diğer konfederasyonlar da bir daha toparlanamadı. 12 Eylül sürecinde TGS genel eğitim sekreteri idim. 12 Eylül yönetimi, Türk-İş’i bir iç genelge ile fiilen sendikal faaliyetlere kapattırdı. Dünyaya karşı açıktık, sadece toplusözleşme hakkımız değil, her tür sendikal faaliyet hakkımız, işyeri çalışmalarımız buharlaştırılmıştı.. Önce 1984 sonrası toparlanma umudu vardı.. Yanılma, deneme yöntemleri ile verimli işletilemedi, 12 Eylül’ün yasaklı düzeninin, mirasının ürünü olarak bir daha yeni hiçbir sendika kurulamadığı gibi, var olanlar sürekli eridi...
Dün gündemimize oturan 12 Eylül yargılama şovu, içimi acıtıyor.. 12 Eylül’de insanlık vahşeti işkencelerin, cezaevlerinin bedelini canla, kendi yaşadıklarıyla, aileleriyle ödemiş kitlelerin; ezilmiş, hak kaybetmiş milyonların simgesel de olsa 12 Eylül ile hesaplaşılmasını istemelerinden daha doğal, insani bir duygu olabilir mi? Nihayet dünya ülkelerinin pek çoğunda başarılmış, askeri darbeler, cuntalarla hesaplaşmanın simgeseli bile yürekleri kabartmaya yetiyor.. 12 Eylül’e, bedel ödeyenler safından yakın tanıklık yapmış olarak içimi neden mi acıtıyor? AKP’nin 12 Eylül’ü, yine aynı yöntemlerde işleyen özel yargı eliyle ödetilen bedeller, yaşatılan insan hakları, hukuk ihlallerinin karartılmasında kullanıldığı için elbet. İktidar gücü, parlamenter düzenin, bu kez sivil diktatoryal güç olarak kullanılmasıyla, başımıza her gün yenileri örülen çorapların saklanmasına yaradığı için..

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget