Daha filmin ilk ama ilk anından (klasik, mücevher niteliğinde bir tiyatronun sıralarını doldurmaya başlayan seyircilerin, perde aralığından izlenmesiyle birlikte) tiyatro büyüsü geldi içime yerleşti… Sonra filmin hangi anında tiyatro büyüsü, sinema büyüsüne ya da hayatın büyüsüne çevrildi, inanın bilmiyorum… Ama film boyunca o tiyatro duygusu beni hiç terk etmedi. (Pirandello çağrışımları; Sicilyalı gence verilen oyunculuk öğütleri; oyun oynama tutkusu vb.)
Ferzan Özpetek’in vizyona giren yeni filmi “Şahane Misafir”den söz ediyorum.
Sinema eleştirmenleri nasılsa filmi irdeleyeceklerdir. Ben, film boyunca ve film sona erdikten sonra da içimde damıttığım, bende muhteşem bir şölendeymiş duygusu uyandıran birkaç noktaya değinmek istiyorum…
Gerçekler ve hayaller
Yalnızlık üzerine, aşk arayışı, dostluk arayışı, dayanışma arayışı ve sevgi üzerine dantel gibi işlenmiş bir film bu. Bundan önceki Ferzan Özpetek imzalı filmlerle hem ortak yanları var (ayrıntı zenginliği, mekân büyüsü, Sezen Aksu şarkısı, oyuncu titizliği) hem de önceki filmlerinden çok farklı. Ritmi, temposu, sesi, rengi, duygusu farklı! Biliyorum bu sözcükler bir konudan çok bir duyguyu anlatmaya yarar ama özellikle seçtim!
Film gerçeklerle hayaller arasında gidip geliyor. Düşlerin, gerçekten daha gerçek olduğu bir dünyaya sokuyor bizi yönetmen. Düşlerin içindeki gerçeklerin; gerçeklerin içindeki düşlerin peşine düşüyoruz…
İkisi arasındaki ayrım o kadar da önemli değil. Zaten “görmek, inanmaktır”… İnandığımız anda da, “gerçek” olur bizim için…
Şiirsel gerilim
Filmin muhteşem bir gerilimi var. Sırlardan, gizlerden, bilinmeyenden doğan bir gerilim… Korkuyla değil, gülümsemeyle, hatırlamayla, aşkla, özlemle, beceriksiz ilişkilerle, güven duyma isteğiyle, çocuksu bir saflıkla süregelen, şiirsel bir gerilim bu… Film ilerledikçe, adım adım o sırları çözmeye başlıyoruz. Çok katmanlı bir dünyanın farklı katmanlarına iniyoruz.
Gözü bağlayan perdeleri tek tek açıyoruz. Dünle bugün arasında, o büyülü, gizemli evle sokak arasında, aynı insanın çok farklı dünyaları arasında (travesti-mücevher işçisi) gide gele, giz perdelerini aralıyoruz… Aralarken de hem bireysel, hem toplumsal yüzleşmelere, bellek tazelemelere tanık oluyoruz.
Cinecitta Stüdyoları’nda
Bundan birkaç ay önce Roma’da o efsanevi Cinecitta Stüdyoları’nda Ferzan Özpetek’in film çekimine gitme olanağı bulan şanslı insanlardan biriydim. Gazeteci kontenjanından değil, arkadaş kontenjanından ve yazmamak koşuluyla Ferzan Özpetek’i çalışırken izleyebildim.
Bir dakikalık sahne için nasıl saatlerce uğraştığını, mükemmeli nasıl kovaladığını; önceden çalışılmış, milimetrik hesaplarla planlanmış uygulamalarını gördüm. (Sicilyalı gencin, evdeki hayaletlerle ilk karşılaşma sahnesini çekiyordu.) Ama en çok oyuncularına sarılışını gördüm. Onları severek, okşayarak, ikna ederek, inanarak bir anı defalarca tekrarlatmasını gördüm… Çalışma sırasındaki eşsiz disiplinini gördüm. Yaptığı işe duyduğu sevgiyi, saygıyı ve tutkuyu gördüm. Ve kendi kendime “Demek ki Ferzan Özpetek büyüsü, işte bundan kaynaklanıyor” dedim.
Gidip görün “Şahane Misafir”i. Sadece bu “büyüye” kapılmakla kalmayacak, Elio Germano’dan bir zamanların muhteşem tiyatro oyuncusu Anna Proclemer’e uzanan çizgide, çok başarılı oyuncu kadrosunu ve İtalyanca bilmediği halde İtalyanca harika bir oyunculuk çıkaran Cem Yılmaz’a bir kez daha hayran kalacaksınız!
Yorum Gönder