SEVGİLİ okuyucularım, her olayda olduğu gibi, Ankara da başlayan 12 Eylül mahkemesi de, daha ilk günden sulandırıldı. Mahkeme salonunda olanlardan söz etmiyorum, adliye binası dışında ve mahkeme önünde yaşananlar tam bir tiyatroya dönüştü.
Bir ülke düşünün ki, birbirinin tamamen zıttı olan ülkücülerle Kürtçüler aynı “İntikam” çığlığını atmaya başladı!
Bazıları “İdam edelim” derken bazıları “Evren intihar etsin” diye bağırıyor, bir kesim ise “Onu hastaneden çıkarıp mahkemeye demir kafeste getirelim, apoletlerini sökelim” diye haykırıyor!
İş şimdiden sulandı, arabesk koronun konserine dönüştü.
Bir yanda Yılma Durak gibi “Doğu’nun Başbuğu” olarak bilinen eski ülkücüler, öbür yanda günümüzün Kürtçüleri Ahmet Türk ve Leyla Zana gibiler şimdi aynı şeyi söylüyor, aynı görüşleri savunuyorsa, bu işte bir terslik var demektir
12 Eylül öncesinde öldürülen Abdi İpekçi’nin ailesi bile davaya müdahil olarak katılmak istemişse, yine terslik var demektir.
Ama burada esas sorulması gereken soru şu:
12 Eylül Anayasası ve yasalarının ürünü olan AKP bu davayı açmak için neden 10 yıl bekledi? 10 yıldan bu yana iktidarda olanlar bunlar değil mi? Jetonları niçin şimdi düştü?
Bu sorunun yanıtını dün Silivri de tutuklu emekli Orgeneral Hurşit Tolon verdi:
“Çünkü amaçları. Balyoz ve Ergenekon davalarını perdelemek!”
Bu dava için Ankara Adliyesi önünde toplanıp gösteri yapan gruplar “Adalet isteriz, intikam” diye bağırıyordu.
Peki, ama yıllardır süren Silivri duruşmalarında acaba “Adalet” var mı? Bunu hiç düşündüler mi?
Bu isteklerini Silivri mahkemelerinde ki adaletsizliği protesto etmek amacıyla bir kez olsun herhangi bir yerde dile getirdiler mi?
Varsa yoksa 12 Eylül!.. Aradan geçmiş 32 yıl ve AKP’nin seferber ettiği güçler, şimdi 12 Eylül protestosu yapıyorlar. Bilmiyorlar ki eğer o günlerin anarşi ve terör ortamında 12 Eylül olmasaydı, belki ana babaları, belki kardeşleri, sevdikleri, hatta belki de kendileri, o iğrenç cinayetlerden birinde can vermiş olacaklardı.
Ülkücüsü, Kürtçüsü, Fethullahçısı, geçmişin devrimcisi, liboşu hepsini bir araya getiren güç, sadece ve sadece AKP’nin gücü. AKP’nin bu oyununa ne yazık ki topluca düştüler.
Bu sözlerime inanmayan varsa, izlesin şu yandaş medyanın yayınlarını ve nasıl zafer çığlıkları attıklarını iyice bir görsün
İşin bir başka ilginç yanı, Cumhuriyet gazetesinin bile bu oyuna düşmüş olmasıdır
* * *
Burada size somut rakamlarla bir örnek daha vereyim. 12 Eylül Anayasası 1982 yılında referanduma sunuldu ve yüzde 92 oyla onaylandı. Sayımda bugün olduğu gibi elektronik hile falan yoktu.
Aynı referandumda “Hayır” oyu verenlerin sayısı 1 milyon 624 bin kişi idi. Yine açıklanan rakamlara göre aynı dönemde 694 bin kişi gözaltına alınmış, bir bölümü işkence görmüştü. Bu mağdurların her birinin sadece üç yakını bile o anayasaya Hayır’ deseydi sandıktan en az 2 milyon “Hayır” oyu çıkması gerekirdi!
Yani Türkçesi bu işin içinde baştan beri bir terslik var!
* * *
Şimdi birileri çıkıp o günlerin gazete manşetlerini, yayınlanan övgü dolu köşe yazılarını bir kitap yapsa diyorum! Bugün asker ve darbe karşıtı geçinenlerin tamamı, o günlerde askere ve 12 Eylül’e selam duruyordu.
İşte size Nazlı Ilıcak’ın yazılarından iki küçük örnek! Anarşi ve terörü önlemek için 1978 yılında sıkıyönetim ilan edildiği zaman hanımefendi alkışlıyor:
“13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba asker!”
12 Eylül’den üç gün sonra ise şunları yazıyor:
“12 Eylül de açıklanan hedeflerle bizim yazdıklarımız arasında mutabakat (uyum, fikir birliği) vardır. Ümidimiz, memleketimizin, birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekâtının (12 Eylül’ün) başarıyla sonuçlanmasıdır.”
Bir süre sonra yine övgüler düzüyor
“12 Eylül. Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir.”
Şimdi 12 Eylül’ü tu kaka ilan edenler işte bu samimiyetsiz, dönek AKP’nin kuyruğuna takılmış kafalardır.
Bunları lütfen iyi bilin.
***
CHP eski Milletvekili Şahin Mengü yılların hukukçusu, avukat. Dünkü Aydınlık gazetesinde bu olayı hukukçu gözüyle irdelerken çok doğru tespitlerde bulunuyordu. Özetliyorum
“Ben 12 Eylül Anayasası’na Hayır oyu vermiş biriyim. Bugün hiç kimse Evet verilmesi için baskı yapıldığını söyleyemez… 12 Eylül’ün gerçek mağdurlarına, işkence tezgâhından geçenlere saygı duymamak mümkün değil.
Ancak hukukun evrensel kuralları vardır ve herkes için bağlayıcıdır. Bunlardan kişinin güvenliği acısından en önemli olanı, ceza yasalarının sanık aleyhine olarak geriye yürümezliği ilkesidir…
Bugün cunta mensuplarına duyduğumuz nefret nedeniyle bunların yargılanması gerektiğini düşünmek, yarın ceza kanunlarının başka sanıklar aleyhine olarak da geriye yürüyebileceğini kabul etmek anlamına gelir.
Bu hukukun evrensel ilkelerine aykırı olduğu gibi, AKP iktidarı gibi otoriter bir yapıya bürünmüş bir siyasal anlayışın eline çok büyük bir fırsat verir…”
Şahin Mengü olacakları şimdiden söylüyor. Yanlış mı haksız mı?
***
Varlığını ABD’ye borçlu olan bugün bile ABD’nin emir kulu gibi davranan ve direktifleri oradan alan bir iktidarın mensupları, aradan 32 kocaman yıl geçtikten sonra 12 Eylül mahkemesi kuruyor ve rüyamızda görsek hayra yormayacağımız kesimler bu iktidar tezgâhına düşüyor!
Ülkücü ile Kürtçü mahkeme önünde el ele kol kola, diz dize göz göze!..
Burada bir kez daha vurguluyorum. 12 Eylül öncesini çok iyi bilmek ve irdelemek gerekiyor. Bırakın her yerin parsellenmiş olmasını, herkesin korkmuş olmasını bir yana her gün onlarca insanımız cinayete kurban gidiyordu. İşin şakası yoktu. Size başımdan geçen ve o günlerde çok basit kalan bir örnek vereyim. Yıl 1980… Milliyet gazetesindeyim. Kızılay’dan öğle vakti otobüse bindim. Bahçelievler de anamın babamın evine gidiyorum. Elimde, onlara götürdüğüm o günkü Milliyet gazetesi var. Otobüste birkaç genç karşıma dikildi. Birinin pantolon kemerinde tabanca var.
“Nedir o komünist gazetesi? Niye o gazeteyi elinde taşıyorsun?”
Kendilerine Milliyet’te çalışan bir gazeteci olduğumu anlattım. Biraz azarladılar, sonra basın kartımı göstermemi istediler. İyi ki yanımdaydı. Cebimden çıkarıp kuzu kuzu göstermek zorunda kaldım. Yapacak bir şeyim yoktu.
Otobüste bu konuşmaları herkes duyuyor, ancak kimse ses çıkaramıyordu. Bugün olduğu gibi herkes korkmuş ve sinmişti. Beşevler ve bu semtteki yüksek okullar ülkücülerin elinde idi. Gazeteyi elimden alıp orada indiler. Doğrusu çok korkmuştum. Orada her şey olabilirdi En azından dayak yiyebilirdim, ya da biraz itiraz edecek olsam vurulabilirdim.
Az ötede, karakol durağında MHP genel merkezi vardı. Hakkımı aramak için otobüsten erken indim, içeri girdim. Hiç tanımadığım, sadece ismini bildiğim Sadi Somuncuoğlu’nun odasına girip olayı anlatırken, sinirden titriyordum. Gayet soğukkanlı bir biçimde bana eliyle karşıdaki binayı gösterdi:
“Bizim yapacağımız bir şey yok. Gidin oraya, şikâyetinizi karakola yapın!”
Benim yaşadığım şu basit otobüs olayı, başkalarının yaşadıkları yanında solda sıfır kalırdı. Yine de dersimi almıştım!
Şimdi, aradan 32 yıl geçmiş ve “İntikam” çığlıkları atılıyor, 12 Eylül mahkemesi başlatılıyor. 12 Eylül öncesinin ne olduğunu bilmeyenler, ya da bildikleri halde, bir 12 Eylül ürünü olan AKP’nin güdümüne girmiş olanlar, bu tezgâha düşüyor!
Devrimcisi, ülkücüsü, Kürtçüsü, sağcısı, solcusu, liboşu, Fethullahçısı… Tiyatro tam gaz başlatılırken Ergenekon ve Balyoz davaları perdeleniyor, Tayyipgiller ellerini bir kez daha zevkle ovuşturuyor.
Hiçbir şey demiyorum, AKP’nin kurduğu bu tezgâha düşenlere “El insaf” demekle yetiniyorum.
Kaynak: Kemalistler.org
http://www.kemalistler.org/12-eylul-korosu-tiyatrosu.html/
Yorum Gönder