‘İçinde Olmak Dışına Düşmek’ - Ali Sirmen

Sevgili,
Bundan iki gün önce “Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali”nin kapanış oturumuna konuşmacı olarak katılmak için İstanbul Üniversitesi ana binasına gittim.
Malum bu bina 1864-66’da Abdülaziz döneminde Harbiye Nezareti olarak yapıldı.
Ben o yapıda, 1960-64 yılları arasında üniversiteyi okudum. O yapıda âşık oldum; gençliğimin önemli bir bölümünü geçirdim.
Bu yüzdendir ki, giderken merak içindeydim.
Dört yılımı yaşadığım binaya yeniden girince, ne hissedecektim?
30 Eylül Cuma günü, İstanbul her yağmurda olduğu gibi trafik keşmekeşine teslim olduğundan, Hukuk Fakültesi Doktora Salonu’ndaki toplantıya geç kalmamak üzere, aceleyle içeri girerken merak konumu da unutmuştum. Sonra aklıma geldi merakım, acaba ne hissediyorum diye kendimi yokladım.
Hayret! Ne heyecan vardı ne de binayla aşinalık; hiçbir çağrışım olmadı.
Aklıma 1985 yılında, Cerrahpaşa Hastanesi’nde Prof. Dr. Uğur Derman’ın odasına girdiğim an geldi.
***
O sırada uzun zamandır Sağmalcılar’daydım. Ağaç, toprak, cadde, yol, kaldırımda gezen insan görmemiştim ya da bunları sadece TV’den izleyebiliyordum.
Oysa biliyordum, arkadaşım Uğur’un odasından deniz görünüyordu. İki yıl aradan sonra denizi görünce ne hissedecektim, çok mu heyecanlanacaktım?
İçeri o merakla girdim. Uğur’a bile bakmadan, gözlerimi denize diktim.
Hayret! Ne heyecan vardı, ne yadırgama ne eski bir dosta kavuşma duygusu.
Denizi sanki dün görmüş, bugün de bir daha görür gibiydim.
Hiçbir şey duymadım.
Doğrusu tepkisizliğime, denizi sanki iki gün önce görmüşüm duyguma şaşırdım.
Üç hafta sonra zaman duygusunun nedenini Alp Selek ile, B-1 koğuşunda yaptığımız konuşmada anladım. Bir meyhaneden söz ediyorduk; Alp orayı bildiğini söyledi:
- Daha geçenlerde gittim oraya, diye de ekledi.
- Yapma Alp, ne “geçenlerde”si? İki yıldır burada birlikteyiz, yıllar önce olmalı, dedim.
Ve der demez anladım. İçerideki zamanda “sayım suyum” yoktu. O sayılmıyordu. Bıraktığımız dış dünyadaki zaman biz onu bıraktığımız an, durdurulan bir taksimetre gibi sabitlenmişti; biz çıkıp ona katılınca, kaldığı yerden işlemeye devam edecekti. Daha doğrusu öyle sanıyor ya da algılıyorduk.
***
Hadi bu zaman duygusunu anladım da, bunca yıldan sonra gördüğüm binada hiçbir şey, hatta yadırgama hissi bile duymamamı anlayamıyordum.
Eskiden bildiğim bir mekâna, uzun aradan sonra gittiğimde duyduğum yadırgamaların en çarpıcısını 1976’da, Paris’te Champollion Sokağı’nda yaşamıştım.
Sokağı da, paraleli olduğu St. Michel Bulvarı’n da düşlerimde çok canlandırmıştım.
Yedi yıl aradan sonra tekrar orada olduğumda, bulvarın sandığım kadar geniş, Champollion Sokağı’nın ise sandığım kadar dar olmadığını görüp çok şaşırmıştım.
Peki, nasıl oluyor da eskiden sık gidilen mekânlar, yıllar sonra gördüğümüzde bizde bazen bazı duygular uyandırırken, bazı zamanlarda da hiçbir çağırışım yapmıyor?
Herhalde, diyorum, kendimize kulak vermeden, hazırlıklı olmadan hareket ettiğimiz zaman, eski duygular insiyaki olarak su yüzüne çıkıyor, kendimizi mercek altına aldığımızda ise inadına renk vermiyor.
Ama, geçen gün İstanbul Üniversitesi ana binasına girdiğimde, artık binanın içinde bulunmama rağmen yıllardır dışına düşmüş olduğumu da hissettim.
O yüzden, elli yıl önceki ince, şaşkın, âşık delikanlıyı aramaya kalkmadım.
Zaten boşuna, arasaydım da bulamazdım. O, orada yoktu, kendini o sanan ihtiyar da artık o değildi.

Ali Sirmen/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget