Din Kardeşliği - Şükran Soner

Başbakan Tayyip Erdoğan’dan önce Türkiye’de yaşayan Kürt kökenlilere, siyasi hareketlerine “din kardeşliği” üzerinden işbirliği için, yakın tarihimizde ilk ciddi çağrı, İran yönetimi adına etkin kampanya olarak yürütülmüş, kendi çizgisinde önemli sonuçlar da alınmıştı...
12 Eylül’ün YÖK’ü üzerinden üniversitelerimizde yaşanan tahribatları, bir yazı dizisi yapmak adına bölgeyi dolaşırken, Diyarbakır Üniversitesi’nde, PKK sempatizanı öğrencilerin alternatif ‘tıp bayramı’ etkinliklerini izlemeye davet edilmiştim... Jandarma kuşatmasında üniversite binalarının içinde, Kürtçe düzenlenen etkinliklerde, gerilla öykülerinden esinlenmiş tiyatro oyunları, PKK örgütüyle ilişkilendirilmiş kahramanlık türküleri, marşları okunuyor, bağlılık yeminleri ediliyordu... 12 Eylül sonrası, Özal dönemi sivil sürecinin garabeti üzerinde, gündem sapması yapmamak üzere tek söz etmeyeceğim...
PKK’ye eylemsel olmasa bile duygusal tam bağlı etkinliği de düzenlemiş öğrenci hareketleri, 20-25 yıl öncesinde hâlâ sol kimlik önceliklerini koruduklarından o tarihlerde güç kazanan Türk Hizbullahı ile sık sık karşı karşıya geliyor, çatışmanın ötesinde kan dökülüyordu... Ancak 12 Eylül öncesinden çok farklı olarak aileleri, aşiretleri, töreleri ile barışmak adına eski sol kimliklerini bir yana bıraktıklarını, en çok da siyasal İslami inançla işbirliğine geçtiklerinin altını çizmeyi unutmuyorlardı. Haklılıklarını bana da anlatabilmek üzere, İran rejiminin Türkiye Kürtlerine yönelik çok etkin çalışmalarından söz ediyorlardı.
Kürtlerin kimlik haklarına yönelik İslam kardeşliği üzerinden konfederal ittifak önerisinin İran’ın resmi politikası olarak yürütüldüğünün belgelerini, broşürlerini gösteriyorlardı. Benim yanımda okul bahçesinde, kantinde karşılaştıkları, “İrancı-Hizbullahçı” dedikleri kişilerle şaka ile kavga arası bir çizgide tartışıp duruyorlardı. Tek tek isimler, cinayetler üzerinden birden fazla tartışmaya da tanıklık ettim. Solda, PKK çizgisinde olduklarını söyleyen öğrencilerin liderleri, İran’dan gelen bu etkin siyasal kampanyadan yakınmakla birlikte, kendilerinin de dinle barıştıklarını anlatıyor, Diyarbakır Üniversitesi’nin öğrencilerden oluşan cami cemaatinin çok büyüdüğünü gerçekçiliğe bir kanıt olarak anlatıyorlardı. Ağalar ve aşiretlerle de uzlaşmalarının sol kimlikle çelişmediğinin kanıtı olarak, “Sizin de burjvanız yok mu?” tezlerini hiç unutmadım...
***
Bir yanda AKP’ye destek veren aşiretler, cemaatler, diğer yanda oylarını günümüz tarihinde BDP’de toplamayı yeğleyen, PKK ile iç içe girmiş, en azından davalarının sahibi olarak gören siyasal hareketlerin çatışmalarının odağında bir boyut siyasal iktidar, paylaşım kavgası ise diğer boyutun ırk ya da din kimliğine, cemaat yorumlarına öncelik vermek olduğu tartışılmaz... Günümüzde Kürtlerin oylarını paylaşım kavgası, siyasal çizgilerinde İran etkinliği, hele de Hizbullah biraz sahne dışında kalmışa benziyorlar... Her iki grup, kutuplaşmanın ana eksenlerinde Kürt İslam sentezinin, dahası Amerika ile kopmaz bağların etkin olduğunu da yadsıyabilecek durum yok. Yine de iktidar, mezhepler, cemaatler, aşiretler safları, paylaşım kavgaları ötesinde ırk ve din kimliklerinin ağır basması bağlantılı, zemin çok kaypak, kaygan olsa da bir çizgi olduğu ittifaklar yapan siyasi hareketler liderlikleri için yadsınmamalı...
Zaten siyaset söyleminde de taraflar önceliklerini farkılıklarını gösterme amaçlı olsa da sık sık kullanmaktalar... BDP’nin siyasi çıkış metinlerinde çok kısır bir sol söylemin yanında bir tek Kürt kimliği üzerinden önceliklerin savaşımı veriliyor... AKP ise TC’nin çoğunluk iktidar partisi olmanın zorunluluğunda parçalanmaya izin verilmeyeceği söyleminin yanına en çok din kardeşliği, refah imgelerini ekliyor... Başbakan Erdoğan son örgüt toplantısında BDP’ye oy verenlerin oylarının hesabını sorgulamalarını isterken yaptığı çağrıda, açık ve net “Müslüman din kardeşim olan Kürt kökenli kardeşlerim...” diye seslenmeyi boşuna seçmedi..
Siyasette kullanıldıklarında her biri bir diğerinden daha olumsuz sonuçlar doğurabilecek ırk-din-mezhep-cemaat-aşiret alt kimliklerinden inanca öncelik veren siyasi yelpazeden yana bir ağırlığın konulmasının altını çizdi. Yandaşlar, Başbakan Erdoğan’ın Arap halklarına yönelik laiklik çağrıları ile siyasal İslam üzerinden bir siyaseti savunmaktan uzak durduğunun, ileri demokrasi kriterlerindeki özgürlükleri savunduğunun güvencesi olduğunu söyleyebilirler..
Oysa Sayın Başbakan’ın ileri demokrasi kriterlerindeki laiklikten kastı, bizim bildiğimiz TC’nin laiklik ilkesi değil... Yine ‘Okyanusötesi’ bilim yandaşlarının yarattığı yeni bir kavramla “devletin pasif laikliği”ni savunuyor. Yani kamu alanlarında bile gettolaşmış olarak her dini inancın sınırsız kimlikleri ile var olmalarını, devletlerin baskın çıkacak dini inançlara göre, her yerde her tarafa çekiştirilebilmesini, Amerikan tipi laikliği istiyor...

Şükran Soner/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget