Pankart böyleydi. Yazanların cehalet ve düşük farkındalık düzeyini yansıtan şekilde bitişik yazılmıştı: “Yetmedimi?”
17 Ağustos’ta yaşamlarını, yakınlarını, yerlerini yurtlarını yitiren on binlerce talihsiz felaketzede ardından, kendilerinde “7.4 yetmedimi?” edepsizliği ile ortaya çıkma cüretini bulan kesimlerden bahsediyorum…
Hatırlayacaksınız…
Depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun belirlenmesi üzerine, dinci yobazlar devreye girip hemen şu propagandayı yaymışlardı: “Gölcük Donanma Komutanlığı gazinosundaki içkili eğlenceler yüzünden Allah’ın gazabına uğradılar! Marmara depremi kendini bilmeyen kâfirlere müstahaktır!”
Bu propagandayı dinciler, o dönemde popüler olan türban eylemlerine taşımış; Marmara Üniversitesi Göztepe Kampusu’nda türbanlılar -kâfir gözüyle baktıkları laik düzene karşı- bu pankartı açmışlardı:
“7.4 yetmedimi?”
20 bin yurttaşın yaşamını yitirdiği badireye; “Başı açık, içki içen kâfirlere oh olsun!” bakışıyla yaklaşan bir anlayış; Van depreminde dönüp dolaşıp şimdi bu defa başka bir kutuplaşma üzerinden, faşizan Türk milliyetçiliği ile Kürt kutuplaşması şablonuyla karşımıza çıkıyor.
‘Senin ölümün, benim yaşamımdır!’
On iki yılda bu ülkedeki “tolerans ve birlikte yaşamak kültürü” üzerine gıdım ilerleme olmamış…
17 Ağustos depreminde laikler ve İslamcılar arasında derinleşen fay hattını 7.4 şiddetiyle vuran deprem… bu defa Kürtlerle kafatasçıları bölen faylardan 7.2 ölçeğinde geçiyor.
Fay hatlarımız yalnız jeolojik değil, aynı zamanda politik. Ve biri diğeri kadar derin. Aralarında yalnız şöyle bir fark var: Jeolojik yapıdan doğan fay hatları değiştirilemiyor. O yapıyla eli mahkûm yaşamak zorundayız. Siyasi fay kırıklarını tamir etmek ise -teoride!- mümkün. Ama Türkiye’de bu mümkün olan da yapılamıyor...
Siyasi fay hatlarının tamiri, ötekine yaşama hakkı tanıyan bir konsensüs gelişmedikçe… imkânsız. Bunların ötesinde bizde ayrıca yerleşik, geleneksel, güçlü ve de köklü, yaygın bir “intikam kültürü” var. Latinlerin o “mors tua, vita mea/senin ölümün, benim yaşamımdır!” dedikleri türden bir “Beter ol!” kültürü bu.
Bu kültür gerçekte ağır bir kurban psikolojisine, eziklik ve çaresizliğe dayanıyor…
İnsanlar karşı taraf için akılları sıra reva gördükleri ama yeryüzünde bulamayacaklarına inandıkları adaleti Tanrı’ya havale ediyorlar. Tanrı’nın, akabinde “karşı tarafı cezalandırması”(!) suretiyle, “adaletin” yerine geleceğini düşünerek rahatlıyorlar.
Mesele bir kez böyle “ilahi adalete” devredildiğinde; -dincisi ya da faşisti- hiç fark etmiyor. Ardından bir yana çekilip, “Beter olsun, yerle bir olsun Allah’ın gazabı!” şeklinde cümleler kurulabiliyor…
Pazar günü Van depreminin ardından sosyal medya ve internet sitelerinde yazılan cümlelerin bazıları böyleydi: “Allah’ın sopası yok, beter olun!” / “Allah işte böyle vurur, Rabbim sana şükürler olsun!”
On iki yıl önce, “7.4 yetmedimi?” pankartı açan yobazların su yüzüne çıkardığı ilkelliğin tıpatıp bir karbon kopyası bu.
Demokrasi ve deprem bilinci
Bu ülkenin siyasi kutuplaşmalarının üzerini kolayına örtmek ve onarmak evet mümkün değil. Ama bu zorluk, temel bir “empati” kültürü geliştirmeye de mani değil. Bunun için çaba sarf etmemiz şart. Hangi görüşten olursa olsun, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, karşımızdakinin her şeyden önce bir “insan” olduğu ve insan yaşamının “kutsal olduğu” bilincinin bu topluma “işlenmesi” ve “öğretilmesi” gerekiyor…
Parklarda çimenler üzerine konan “çiçekleri kopartmayın!” ilanları var ya… Onlar gibi… çok basit bir hassasiyetin geliştirilmesinden bahsediyorum: Kim olursa olsun “insan yaşamı en büyük kutsaldır” öğretisinin… küçük yaştan itibaren bu ülkede insanlara aşılanması gerekiyor. Bu bilinç ve duyarlılığa sahip olmayan çok insanımızın olduğu yazık ki ayan beyan ortada artık.
Japonya’dan hiç söz etmiyorum. Ama Türkiye ile aynı ekonomik gelişmişlik düzeyine sahip bir ülkeden bahsedeceğim… Bundan bir yıl önce Şili’de, -tarihin en büyük depremlerinden biri- 8.8 gücünde bir deprem yaşandı. Toplam 525 kişinin ölümüyle sonuçlanan depremden sonra en çok konuşulan konulardan biri, bizim gibi bir depremler ülkesi olan Şili’de, yıllar içinde “deprem bilinci ve kültürünün” ne büyük gelişme gösterdiği idi.
Şilililer, 8.8 gibi kıyamet gücündeki bir depremi -nispeten düşük bir rakam olan- 525 kurbanla geçiştirmeyi; sadece daha dayanıklı binalar yapmak ve depremden korunabilmekle açıklamıyorlar; aynı zamanda demokrasi kültürünün gelişmesine, kaderlerine hükmetmek şuuruna bağlıyorlardı. Bunu “Şili trajedisi” adlı bir yazıda anlatmıştım. (Sağnak 2. 3. 2010)
Türkiye’nin de, Şili’nin de… kişi başına düşen geliri 15 bin dolar.
Ama biz bir Şili olmaktan çok uzağız.
Sadece ekonomik büyüme yetmiyor. “Uygar” olmak için gayret sarf etmek ve “senin ölümün benim yaşamımdır” anlayışı yerine, “Senin yaşamın, benim yaşamımdır!” anlayışının geliştirilmesi gerekiyor.
Van’da evlerini, yakınlarını yitiren tüm yurttaşlarımızın derin acısını paylaşırım.
Nilgün Cerrahoğlu/Cumhuriyet
Yorum Gönder