Sanıklarla yargı arasında kan davası var orada. Demokrasilerde tutuklu milletvekili olamaz. Eğer olursa böyle bir ülkede yargı, iktidarın sopası demektir. Yargı iktidarın sopası olursa, ülkede demokrasiden ve hukukun üstünlüğünden söz edemezsiniz.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun söylediği bu sözlere şapka çıkartılır. Sözlerinin altına imzamı atarım ben de, lakin yargının iktidarın veya cemaatin eline geçmesi bir günde olmadı. Bu günlere gelene kadar 10 yıldır muhalefet partileri ne yaptılar veya neyi yapamadılar, bunu irdelemek gerek.
AKP iktidarı Atatürk Türkiye’sinden bu günlere yavaş, yavaş, halka sindire sindire gelmedi mi? Milli Eğitimin Millîsi, ders kitaplarından Atatürk, kaldırılmadı mı?
19 Mayıslar,23 Nisanlar, Cumhuriyet Bayramımız, 30 Ağustos Zafer Bayramımız kısıtlanmadı mı?
Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılması bir günde mi oldu?
O dalgalar(Ergenekon, Balyoz, Çekiç, Kafes, Casusluk, Fuhuş vb.)birdenbire mi meydana çıktı?
Neredeydiniz ey muhalefet partileri, neredeydiniz?
Pardon, burada muhalefet partileri dememem gerek tabi, sözümü geri alıyorum. CHP den gerisi BDP nin ne olduğu bellidir zaten. MHP ise yıllardır merhum Alpaslan Türkeş’in kemiklerini sızlatıyor. AKP’in her sıkıştığında imdadına koşan bir parti konumunda. İŞÇİ PARTİSİ var ki, onun Genel Başkanı Perinçek’te Silivri’de tutsak buna rağmen İP liler fevkalade çalışıyorlar birçok eyleme imza atıyorlar. Böyle bir partinin ve de HE_PAR ın mecliste olamaması ülkemiz adına büyük eksikliktir.
Başbakana gelince 10 sene öncesinde böyle bir Ergenekon veya Balyoz, Poyraz şu bu düşünülebilir miydi? 12 Eylül yargılanacak böyle bir şey düşünülebilir miydi? 28 Şubat yargılanacak, bu düşünülebilir miydi?
Diyor, ne yazık ki doğrudur. AKP karşısında kuvvetli bir ana muhalefetin olmayışı ve Amerika’nın emrinde hareket etmekle Türkiye hem kötü ilkleri yaşadı hem de bu karanlık sürece girdi.
Bu gün, ülkemizin ve dünyanın düşmanı kana doymayan çıkarcı Amerika’dır. Haaa! Bir de işbirlikçi çömezleridir.
Silivri UCUBESİ !
CHP Milletvekili, gazeteci yazar Balbay’ın tabiri ile Silivri zulüm hanesi bence de Bastille zindanıdır.
Canlılara yapılan aklınıza gelen veya gelmeyen birçok işkence türü vardır. İşkence deyince ille tırnak, diş sökme, dışkı yedirmek, prangaya vurmak, ateşle dağlamak aklımıza gelmemelidir.
Silivri’de ki tutsaklar gururları incinmiş, özgürlüklerinden yoksun olarak kanlı katiller gibi bilmem kaç metrelik hücrelerde tutuluyorlarsa bunun adı işkencedir.
Yıllarca vatana hizmet etmişler, bizler rahat uyuyalım diyerek vatanın en ücra köşelerinde, sınırlarımızda nöbet tutmuşlar,30 yıldır PKK ile savaşmışlar ve sonunda vatan haini ilan edilmişler. Türkiye’nin eski Genelkurmay Başkanının “Terörist” yaftası ile tutuklanması bardağı taşıran son damla olmuştur.
Dünyanın neresinde böylesine rezilce bir şey vardır bilemem. Kanıt diye ortaya konulanların düzmece kes yapıştır dijital terör unsuru belgeler olduğu, gizli tanıkların uydurdukları yalanların gerçek olmadığı anlaşıldığı halde, ABD nin orduyu ve Türkiye’yi çökertme planı için yurtseverler çıkartılmıyorlar.
Bu da, tutuklu olan general ve amirallerin diğer askerlerin ve de aydınların aileleri için bir işkence çeşididir.
Gelelim Silivri’ye… Onları görmek, duruşmaları izlemek isteyenlerin durumlarına bir bakalım. Sabah 9 da ki duruşmaya katılabilmek için İstanbul dışından gelinirse mutlaka ya en geç sabaha karşı orada olmak üzere araçlara binilecek veya gecenin bir saati orada olunacak, araçta sabahlanacak. İstanbul içinden gitmek isteyenler ise en geç saat sabahın 7 sinde orada olmak üzere kendilerini ayarlayacaklar.
Diyelim ki İstanbul’dasınız ve sabahın 6 sın da yola koyuldunuz trafik sıkışıksa ve saat 8 de oraya varmışsanız içeri girmek şansınıza kalmış demektir.
Zira uzak kentlerden gelenler orada sabahladıklarından haklı olarak, erkenden içeri giriş kartı alabilmek için sıra oluşturuyorlar ve bir izdiham yaşanıyor. Çünkü oraya gelen herkes içeri girmek istiyor. Saatlerce kuyrukta bekliyorsunuz ve tam size sıra geldiğinde bir de bakıyorsunuz ki kapasitenin dolduğunu ve giriş kartlarının da bittiği söylemi ile içeriye alınmıyorsunuz.
Uykusuz kalmış, onca yolu tepip gelmişsiniz, tüm sinirler beyninizi altüst ediveriyor.
Çay salonu ve ayrıca restoran bölümü sadece içeride var, dışarısı göz alabildiğine beton ve toprak zemin.
Gölgesine sığınacağınız bir ağaç bulamazsınız. Çıplak arazide yazın kavrulur kışın donarsınız. Tuvalet ihtiyacınız olursa, ya camiye gideceksiniz ya da Vardiya Bizde çadırlarına yol alacaksınız.
İşte dışarda kalanların çektikleri de bir işkencedir.
Oysa istenilse bunca geçen zaman içerisinde burayı ağaçlandırabilirler, şimdiye orman gibi bir yer yapabilirlerdi. Mademki içerisi küçük diyorlar, isteseler 2000,üç bin kişinin izleyebileceği bir mahkeme salonu yapabilirlerdi değil mi?
İçeri giremeyenler için de dışarıya ilave bir kafeterya yapabilirlerdi.
Yapmadılar.
Gelenleri içeri almamak, aç ve kızgın güneş altında bazen kar altıda dondurucu soğukta bırakmak AKP nin halka zulmüdür. Sanırım bundan büyük zevk alıyorlar.
Açıkça belli oluyor milleti bezdirmek ve oradan ayağını kesmek amaçları ama aksine kimsenin bezdiği filan yok her zaman bir öncekinden daha çok insan orada toplanıyor.
Sanıklarla yargı arasında gerçekten de kan davası var gibi.
BALYOZ duruşmasını izlemek üzere Cemile ile oradaydık. Bu sefer kendi arkadaşlarımızla değil bir subay hanımının tedarik ettiği otobüsle gelmiştik. Saat sabahın 8 i olmuştu. Ve tam bize sıra geldiğinde içeri giriş kartının bittiği 60 kişi de fazla alındığı söylenince haliyle morardık. Oralarda dolandık durduk, Vardiya Bizde çadırına gittik çayla börek yedik orada. Aklımız içeride. Neler oluyor meraktan çatlayacağız. Tekrar koştura koştura mahkeme salonunun olduğu yere döndük.
Duruşmaya ara verilmişti. Nilgül Doğan Hanımı gördüm ayaküstü konuştuk. Olanlar karşısında üzgündü.
Belki içeriden çıkan olur da biz gireriz düşüncemizde fos çıkınca koştura koştura Ergenekon Davasının görüldüğü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yollandık. İki mahkemenin arası bayağı yoldu. Güneş tepemizde, yerden yüzümüze vuran yakıcı sıcaklıkla alı al, moru mor, ter kan içerisinde vardık oraya.
Orada küçük bir çay salonu gördük. Çölde susuz kalmış insanlara dönen bizler, bir su almak için içeri daldık. Amanın! İçerisi daha beter sıcaktı ve su bitmişti. Yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Vay canına! Bu kadar da olmaz dedik ve bir Allah kahret sini çekiverdik tabi.
****
Küçücük duruşma salonu hınca hınç dolu olduğundan duruşma arasına kadar ayakta izleyebildik Mehmet Beymür konuşuyordu.
Duruşma arasında Tuncay Özkan, Balbay, Doğu Perinçek, Haberal ve diğerleri ile uzaktan görüşebildik. Karşılıklı el salladık öpücük gönderdik birbirimize. Hepsi zayıflamış bayağı süzülmüşlerdi. Haberal’ın yüzü neredeyse bembeyazdı. Fizik olarak çökmüşlerdi ama moralleri yüksek, başları dimdikti.
Öbür tarafta oyalandığımızdan Hilmi Özkök’ü ve diğerlerini ne yazık ki izleyememiştik.
İŞÇİ Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in MİT Kontr-Terör Daire eski başkanı Mehmet Eymür’ü sorularıyla nasıl köşeye sıkıştırdığını, adama ecel terleri döktürdüğünü gördük.
Eymür, hakkında yazılar yazarak itham ettiği suçladığı Perinçek’in hukuk fakültesinden mezun olduğunu bile bilmiyordu. Orada öğrendi.
Bir kaç kez mahkeme başkanının sözlerini kesmesine karşın, Perinçek kendinden emin, hiç teklemeden sinirlenmeden gayet güzel üslupla ustaca sordu tüm sorularını. Onun bu sakin hali bizleri gururlandırdı.
Mehmet Eymür öylesine saçma sapan cevaplar veriyordu ki komik hale düşüyordu. Bizler de haliyle gülüyorduk. İçimizden birkaç kişi biraz sesli gülünce mahkeme başkanı çok sert bir şekilde uyardı ve tespit ettiği üç kişiyi dışarı çıkarttı.
Nasıl bağırdığını görecektiniz.
Elinde bir sopası eksikti.
Obama’nın beysbol sopası değil tabi. Kafalarımızı kırmak için dinleyici ve müdahil avukatlara kadar uzanacak bir uzun bir sırık sopa olmalıydı ki, oturduğu yerden kafalarımıza vursun.
Neredeyse nefes almamız bile suçtu burada.
Perinçek en can alıcı soruyu yöneltti Eymür’e.
1973 te Lübnan’da bulunan genç Türk devrimcilerinin MOSSAD’la iş birliği yapılarak oradaki 8 arkadaşımızı öldürme işi içinde oldunuz mu?
Eymür ise “O devrimci arkadaşlar Atatürkçülüğü yaymak için mi gittiler? Şeklinde ilginç bir yanıt verdi.
Gülüştük.
Perinçek bastırdı, Siz o yüzden mi öldürdünüz ve öldürdüğünüzü dolaylı olarak yazdınız?.
Neticede tanık olarak dinlenen ve 4 jandarma ile korunmaya alınan Eymür sorulardan iyice bunaldı. TİİKP’li 8 devrimcinin öldürülmesiyle ilgili İsrail’le bilgi verdiklerini itiraf etti ve 5 MİT’çiyi suçladı. Yazılarının çoğunun alıntı, bazılarının asparagas olduğunu söyledi.
Duruşmanın tüm içeriğini Aydınlık Gazetesi yazdı isteyenler oradan okuyabilirler.
Tüm bunlar konuşulurken mahkeme başkanının avukatlar dahil herkese nasıl bağırdığını dışarı atmakla tehdit ettiğini görmeliydiniz. Nitekim Prof. Dr. Yalçın Küçük’e sıra geldi. Küçük birkaç kitap ve dosyalarla göründü..
Bulunduğumuz noktaya uzak olduğu için salona konulan ekrandan daha iyi izliyorduk. Henüz sözlerine başlamıştı ki, Mahkeme başkanı kısa kesmesi için uyardı. Bu uyarıları birkaç kez yaptı. Kısacası onu konuşturmak istemiyordu. Uzun uzadıya yazmama gerek yok, gerisini tahmin edebilirsiniz. Burası katiyen bir mahkeme olamaz.
Dayanamadık Cemile ile dışarı attık kendimizi. Hem geldiğimiz aracın kaçta döneceği söylenmemişti bize. Duruşmalar bitince geldiğimiz otobüse birisi haber verecek şoföre 10. Ağır Ceza Mahkemesinin kapısında buluşacaktık.
Eee! Evdeki hesaplar çarşıya uymadı ne yapalım? Üstelik geldiğimiz kişilerden bazıları da bizimle aynı salonda idiler ama onlar arada kalkmışlardı ve bize bir şey söylememişlerdi. Bizde onların hava almak için çıktıklarını sanmıştık. Yerimizi kaybetmemek için de kalkmamıştık.
Hata etmişiz meğer. Balyoz davası bitmiş. Maalesef o birlikte geldiğimiz kişiler ki bize haber vermeden, terbiyesizce çekip gitmişlerdi.
Orada kalakalmıştık. Belki çadırlara gitmişlerdir diyerek oraya vardık. Yoklar…
Otobüste bir iki kişiyi tanıyorduk ama telefon numaraları yoktu.
Gerisin geriye Ergenekon duruşmasına döndük. Baktık ki herkes dışarıda. İŞÇİ Partisinden arkadaşım Münir’eyi gördüm. Durumumuzu anlattım.
Ablacım merak etme bizimle dönersin dedi. Bizi orada asla bırakmayacaklarını biliyordum zaten.
Münire’ye neden dışarıda olduklarını, ara mı verildiğini sordum. Bana olanları kısaca anlattı.
Yalçın Küçük, Eymür’e soru sormak isteyince mahkeme başkanı izin vermemiş ısrar edince dışarı attırmaya kalkmış.
Sabırlarının sonu gelen tüm İP liler alkışlarla durumu protesto etmişler ve “Kahrolsun Amerika faşizmi” diye slogan atarak salonu terk etmişler. İçlerinden üç bayan arkadaşı hâkim bey ifadeleri alınmak üzere alı koymuş.
Epey bekledik orada ve sonra Silivri jandarma Komutanlığına götürülen yoldaşlarımızın peşi sıra hep birlikte peşlerinden ilçeye gittik. İfadelerin alınmasını bekledik uzun süre.
Ne demiştik? Silivri UCUBESİ …
Evet, Silivri’de gerek içeridekilere gerekse ziyaretçilere yapılan muamele insanlık dışıdır.
Böyle mahkeme olamaz. Bu ne ya? Orada bulunan herkes potansiyel suçlu gibi, böyle görüyorlar zahir.
Sanki yabancı bir ülkede hep birlikte tutuklanmış esir kalmışız. Önüne gelene bağırıyorlar ve dışarı atmakla tehdit ediyorlar.
İnsan beslediği hayvana bile böyle gaddarca bağırmaz. İşlerine gelen tanıkları istedikleri gibi konuşturuyorlar, sanık sayılanlara hatta avukatlarına bile konuşma hakkı vermiyorlar. Güya Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldı, hiç bir şey değişmemiş.
Bırakın Allah aşkına bu yalan zırvaları,. Öksüreni, aksıranı dahi oturduğu yerde sopalayacaklar. Ben boşuna yazmamıştım başbakan “Yüreğin yetiyorsa buradaki oturumları televizyonlarda yayınla veya tebdili kıyafetle git bizzat kendin izle” diye.
Ben başbakan Erdoğan’ın bu kadar vicdansız olabileceğine inanmıyorum. Vallahi orada sanık olsa sanırım bu muameleler karşısında mahkemeyi kafalarına geçirir o. Tabi jandarma güçleri onu yaka paça dışarı atmazlarsa.
Başbakan yargılamanın tutuksuz yapılması isteğini yineleyip duruyor. Bu sözlerinde samimi olduğunu kanıtlasın o zaman. Görelim bakalım Cemaat mi Türkiye Cumhuriyetini yönetiyor, yoksa başbakan mı?
Bu arada CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu oraya hiç gitmedi. Acilen oraya gitmelidir. Mutlaka içeri girip duruşmaları izlemelidir. Oraya gitmelidir ki basının ilgisi olsun ve tüm dünya anlasın bu rezaleti.
İsterim ki KILIÇDAROĞLU gurup toplantısını bu sefer orada yapsın..
Son olarak şunu söylüyorum.
Oraya gidip izleyen her insan kendisine şunu sormalıdır. Ya ben de orada tutuklu olsaydım!
. Bir kaç saat te orada kaldık ve sonunda arkadaşlarımız serbest bırakılınca İP otobüsüyle Kadıköy’e döndük.
****
Şebnemi aradığımda Kadıköy’de evimdeydim. Saat gecenin 22 siydi. Telefonunu yeni telefonuma kayıt etmediğimden oradan arayamamıştım. Zaten telefonları girişte yetkililer aldıkları için arada telefon etmenize imkân yoktu Silivri’de. Şebnem otobüsü tutan bayan ile münakaşa ettiğini ama ne onu ne de diğerlerini bize haber verilmesi için ikna edemediğini, hatta onlarla birlikte neden döndüğü için kendisine kızdığını söyledi.
Söyledikleri çok üzücü idi. Efendim, onlar BALYOZ için gelmişler bizim ne işimiz varmış ERGENEKON da. Bunu söyleyen üstelik tutuklu bir subayın eşi imiş, vay canına!
Bu ne aymazlıktır ya? Hepsi bizim insanlarımız değil mi? Nasıl ayırım yapabiliriz?
Düşünebiliyor musunuz? Bu nasıl bir anlayıştır? İşte maalesef içimizde tek tük böyle agresif insanlar oluyor ama istisnalar kaideyi bozmuyor asla. Bir kaç kişinin hatasını tüm subay hanımlarına mal edemeyiz. Yine ben sinirim geçince iyi düşünmeye çalıştım onun hakkında. Belki üzgün ve sinirliydi filan diye kendimi teselli ettim.
Bunca maceradan sonra yorgunluk filan hissetmedim açıkça. Zira Silivri’deki vatansever yoldaşları görmenin onları yalnız bırakmamanın mutluluğu tüm sıcağı, susuzluğu, yorgunluğu alıp götürmüştü bedenimden.
Tünay Süer
Yorum Gönder