AKP rejiminin “güvenlik” yanlısı politikaları bütçe harcamalarından da izlenebiliyor. Kürt siyasetine karşı, “müzakere”, barış dili yerine “şiddeti” ya da resmi söylemle “güvenlik politikaları”nı tercih eden AKP rejimi, toplumun tüm kesimlerine yönelik baskı politikalarını koyulaştırıp Suriye batağına toplumu sürüklerken, genel bütçeden “savunma” ve “kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri” adları altında toplanan harcamaları azaltmak bir yana, artırıyor.
Barışın hüküm sürdüğü bir ülkede bütçenin ağırlıklı kısmının artan biçimde eğitime, sağlığa, kültüre, adalet, konut harcamalarına, yani kısaca sosyal harcamalara ayrılması gerekirken, Türkiye’de rejimin baskıcı politikaları arttıkça, baskı kurumları için bütçeden ayrılan pay azalmak bir yana, payını koruyor hatta zaman zaman artırıyor.
Bir yandan hem “terörle mücadele” adı altında yeni kadrolar ihdas eden, hem TSK’ye hem Emniyet’e daha fazla mal ve hizmet alımı yapan AKP rejimi, MİT bütçesini de genişletiyor. Ancak, daha ilk elde, “savunma”nın payının “polis harcamaları” kadar artmadığı ve toplam harcamalardan aldıkları payın polisin lehine büyümeye devam ettiği de görülüyor.
Bu yılın ilk 6 ayında asker-polis ya da “savunma - kamu düzeni ve güvenlik” hizmetleri hızla arttı. Maliye’nin Muhasebat Genel Müdürlüğü verilerine bakılırsa, ocak-haziran döneminde bu iki kalemin harcamaları 20 milyar TL’ye yaklaştı. Bu harcama, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 18’e yakın bir artış anlamına geliyor.
Asker-polis harcamalarından “savunma” ya da TSK harcamaları, genel bütçede yüzde 4.7 olan payını yukarı çekemezken polis harcamalarının yüzde 5 paya ulaştığı görülüyor. Adalet hizmetlerine, mahkemelere bütçeden yüzde 1.3 pay düşerken cezaevlerinin de payının yüzde yarıma talim ettiği anlaşılıyor.
Böylece, bütçeden baskı kurumlarına ayrılan payların gerilemediği, hatta artma eğiliminde olduğu görülüyor. Bu bütçenin gelir kaynaklarının halktan alınan vergiler olduğunu geçerken hatırlamalı.
TÜİK’in Pişkinliği
İran’dan yapılan enerji ithalatının ödemesini, ABD ve AB’nin baskıları sonucu bankacılık sistemi üstünden ödeyemeyen iktidar, İran’ın talebi üzerine Halk Bankası aracılığıyla ödemeyi altın ihracatı biçiminde yapıyor. Türkiye’nin ilk 6 ayda gerçekleştirdiği 74 milyar dolarlık ihracatın 4 milyar doları “altın ihracatı” adı altındaki ödemeden oluşuyor. Tabii ki İran’a… TÜİK, 31 Temmuz ve 9 Ağustos’ta yaptığı açıklamalarda bu ödemeleri ihracat olarak göstermeyi savunuyor. Diyor ki TÜİK, “Gümrük beyannameleri üzerinde yapılan incelemeler neticesinde İran’a yapılan altın ihracatının büyük oranda peşin ödeme yoluyla gerçekleştirildiği tespit edilmiş, hampetrol veya doğalgaz ithalatında ödeme aracı olarak kullanıldığına ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır…”
Bunun gerçek bir ihracat olmadığı, kayıtlara böyle geçirildiği, yani kitabına uydurulduğu çok açık. Eleştirilerimiz de bu noktada. TÜİK’e düşen, ihracat kaydetse de gerçek ihracatı görebilmemiz için bunu arındırması, dış ticaret verilerini bu anlamda netleştirmesidir. Bu, ödemeler dengesi istatistiklerini üreten Merkez Bankası için de gereklidir. Aksi durum, hem dış ticaret hem cari açık verilerini çapaklı hale getiriyor. TÜİK’in açıklamalarında hiç oralı olmadığı bir alt başlık bu yalancı ihracatın büyümeye etkisidir. İlk 3 ayın büyümesini yüzde 3.2 olarak açıklayan TÜİK, bu yalancı ihracatı büyümenin bir öğesi olarak sayamaz. Nitekim, bunu yapmış olsaydı, büyüme oranını yüzde 2.6 olarak açıklamak durumunda kalacaktı. Aynı şey, eylül sonunda açıklanacak ikinci çeyrek büyümesi için de geçerli olacak. O tarihte yine şişirilmiş bir büyüme göreceğiz. Oysa, TÜİK’ten beklenen bu arındırma işlemini yaparak gerçek büyüme verisi açıklaması. TÜİK, hükümetin hık deyicisi olmayı seçerek bunları şimdilik yapmayacak görünüyor. Ama bekleyin, bu yanlış, IMF’nin, kredi derecelendirme kuruluşlarının kapısından geri dönünce bakalım iktidar ve TÜİK ne yapacak… Devekuşluğu, köylü kurnazlığı kime, ne işe yarayacak, göreceğiz…
Yorum Gönder