Çelenk, üç gencin idam yıldönümünden bir gün önce onların yanına gitmişti.
Halit Çelenk’e bir borcum vardı. Ölümünün ardından, 12 Mayıs 2011’de bu köşede, borcumu okurla paylaşmıştım.
2008 yılında, tutuklanmadan aylar önce Çelenk’le iki uzun söyleşi yaptım. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamını, onların yargılanış sürecini, dönemin sıkıyönetim mahkemelerini, hukuku katletme yöntemlerini, siyasetin ve devlet kurumlarının katliama ortaklığını, dönemin Türkiye’sini ve dünyasını konuştuk. Zaman zaman bugünle karşılaştırmalar yaptık. Konu konuyu açtı, idamları geniş bir yelpazede irdeledik.
5 Mart 2009 sabahı, bütün notları çantama koydum. Gazetedeki günlük işlerim bittikten sonra Halit Abi’yle buluşup, son düzenlemeleri yapacağız.
Derken polisler geldi. 31 saatlik Ankara Emniyeti, İstanbul, Beşiktaş Adliyesi, savcılık, nöbetçi hâkim maratonundan sonra tutuklandım.
Halit Abi bir-iki kez haber gönderdi, “Çalışma zaten tamamdı, son şeklini versin, yayımlansın” diye. İçim elvermedi, çıkınca yüz yüze konuşup, ondan sonra kitaplaştırmak istedim.
Olmadı...
2012 başında, Halit Abi’nin kızı sevgili Serpil Güvenç, Şükran Soner’le haber gönderdi; kitap mayıs başında yayımlanırsa, her iki yıldönümüne güzel bir saygı duruşu olurdu.
Hapishane koşullarında kitap yazmanın zorluğunu şöyle özetleyebilirim; dışarıda 10 dakikada yapabileceğiniz bir bilgi doğrulatması için en az 3 gün gerekiyor.
***
Halit Abi’ye borcumu ödedim.
Yaptığımız iki uzun söyleşi, fotoğraflarla, belgelerle Cumhuriyet Kitapları’ndan yayımlandı. Son dört ayım, yargılanmanın yanı sıra, “Gülümsemek Direnmektir”in yazılarını seçip düzenlemek ve Halit Abi’yle yaptığımız iki söyleşiyi yayına hazırlamakla geçti.
Deniz’ler, anayasayı ortadan kaldırmakla suçlandı, 12 Mart ara rejiminin olağanüstü mahkemelerinde yargılanıp idam edildi.
Kesinlikle bir karşılaştırma anlamında paylaşmıyorum, ama kaderin cilvesine bakın ki, ben de benzer suçlamayla yargılanıyorum. İdam kalktığı için, onun yerine getirilen ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor.
Suçlama biçimindeki ve yargılamadaki benzerlikleri görünce; en hafif anlatımla, kanım dondu.
Hüzünlendim... Alnımı, başımı sallıyormuş gibi hücre demirine ritmik hareketlerle vurup, kendime sordum:
- Bu kadar büyük benzerlikler nasıl olur?
Halit Abi sayfaların arasından, o kendine özgü tonlamalarla, sözcüklerin üzerine basa basa sesleniyordu:
“Balbaycığım, olağanüstü dönemlerin en büyük özelliği hukuksuzluktur...”
***
Kitabı hazırlarken sıklıkla, 1978-79’da Deniz’lerle ilgili okuduğum ilk kitapları düşündüm.
Kendi adıma söylemek gerekirse, daha çok Deniz’lerin hedefleriyle, mücadele heyecanlarıyla, ölümü göze alan dirençleriyle ilgilendik.
Bir de onları “planlayarak öldüren” çark vardı. O çarkın dişlilerini döndüren başlıca unsur da kılıfına uydurulmuş hukuktu.
Halit Çelenk bütün süreci baştan sona yaşamış bir avukat olarak, o dönemin gerçeklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Böylesi işlevler üstlenen kişiler, ölümsüzleşir.
Menderes’lerin idamı, Deniz’lerin idamını getirdi...
Deniz’lerin idamı, 5 bin gencin kıyımıyla sonuçlanan, öncesiyle sonrasıyla 12 Eylül’ü getirdi...
Tarih gösteriyor ki, her hukuksuzluk daha büyük bir hukuksuzluk üretiyor.
Yargıdan siyasete, Deniz’lerin idamında devlet kurumlarının payını yarın irdeleyelim...
Sevgili Halit Abi,
Sana olan borcumu “Denizlerin Davası, Halit Çelenk Anlatıyor” başlığıyla ödedim derken, yeni görevler vermesen olmaz mıydı?
Mustafa Balbay yazı dizisi:
Yorum Gönder