Halit Çelenk Deniz Gezmişleri Anlatıyor 5- Mustafa Balbay
‘Ölüme korkmadan gidiyoruz’
İdamların bir an önce yapılması için idam kararlarının yerine getirilmesi ile ilgili teklif, Meclis gündeminde 30. sırada olduğu halde başa alındı, çünkü TBMM’nin sağcı partilerinin milletvekilleri bu işin bir an önce bitirilmesi gerektiğine inanmaktaydılar.
- Siyasal iktidar Denizler’e karşı nasıl bir yargı içindeydi?
- Bir önceki soruda da belirttiğim gibi, AP iktidarı sırf düşüncelerinden dolayı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmalarını istiyordu. TBMM Genel Kurulu’nda “üçe üç” naralarının yanı sıra CHP sıralarına yönelen AP milletvekilleri “Gel beraber olup bunları asalım” diye haykırıyor ve Aybar’ın idamların durdurulması çağrısına da AP ve DP milletvekilleri “Yuh sana, tuh sana” , “İndirin şunu” diyerek karşı çıkıyorlardı. İdamların bir an önce yapılması için idam kararlarının yerine getirilmesi ile ilgili teklif Meclis gündeminde 30. sırada olduğu halde başa alındı çünkü TBMM’nin sağcı partilerinin milletvekilleri bu işin bir an önce bitirilmesi gerektiğine inanmaktaydılar.
-Meclis’te siyasi iktidarın ablukası mı vardı?
- Aybar, Celal Kargılı, Necdet Uğur, Muammer Erten gibi bazı CHP’li milletvekillerinin tüm çabalarına karşın Meclis “görevini” on saatlik bir maratonla tamamladı ve “oturumun görüşmeler sona erene dek sürdürülmesi”, “görüşmelerin yeterliliği” gibi kararlarla, aleyhte konuşanlara sataşmalarla, lehte konuşanlara ise “bravo” sesleriyle, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel’in, İsmet Sezgin’in, Ferruh Bozbeyli’nin, Nahit Menteşe’nin, Esat Kıratlıoğlu ve Necmettin Cevheri‘nin de aralarında bulunduğu ve çoğunluğu AP’li milletvekillerinin oylarıyla idam kararı 238’e karşı 53 ret oyuyla kabul edildi. Yasa, 16 Mart 1972 günü, bu kez yine “… gündemdeki bütün işlere öncelik tanımak suretiyle görüşülmesi” talebiyle Senato’nun önüne geldi. Tabii senatörlerin ve CHP’li üyelerin çabaları burada da sonuç vermedi ve yasa, aralarında İ. Sabri Çağlayangil, Fethi Tevetoğlu ve Ferit Melen gibi isimlerin de bulunduğu 105 kabul oyuna karşı 36 oyla Senato’dan geçti (“İdam Kararı Tutanakları“ , 68’liler Birliği Vakfı Yayınları, Ekim 1998).
-Yargılama sürecinde Denizleri çok sık ziyaret ettiniz. .. Bu görüşlerden anı demetleri yapar mısınız?
- Sizin de sorunuzda belirttiğiniz gibi Deniz’leri birçok kez ziyaret ettim. Bunlardan önemli gördüğüm ikisini özetle anlatmak isterim.
13.3.1972 günü Mamak Askeri Tutukevi’nde yaptığımız görüşmede Deniz bana adeta bir vasiyet gibi mealen şunları söyledi. “İnfazlar yapılacaktır, ölüme hiç korkmadan, en küçük bir endişe duymadan seve seve gidiyoruz. Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyoruz. İnfazlarda yanımızda bulunun, en az bir avukat bulunmasını istiyoruz ki ilerde infaz sırasındaki konuşma ve davranışlarımıza ilişkin spekülasyon yapılmasın, yalan yanlış şeyler söylenmesin”. Deniz iki önemli noktaya daha değindi. Başbakan Nihat Erim’in nedamet getirmeleri için çağrı yaptığını, kendilerinin ise af dilemeyi hiç düşünmediklerini çünkü yurdun ve halkın çıkarları için inandıkları bir eyleme girdiklerini, ayrıca anne ve babalarının da kendileri için kimseden af dilememelerini istediklerini söyledi.
Yine, Emniyet ifadelerinde tutanağa söylemedikleri ve düşünmedikleri bazı ifadelerin geçirilmiş olduğunu mahkemede öğrendiklerini, bunlar arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin büyükelçisini kaçırmak gibi bir ifadenin olduğunu, kardeş bir ülkenin elçisi için böyle bir eylemi akıllarından bile geçirmediklerinin bilinmesini ve tarafımdan zamanı geldiğinde açıklanmasını istedi.
Ölüm orucunu ayakta ölmek için bıraktılar
Diğer anım yine infazlar öncesi Mamak Askeri Tutukevi’ndeki açlık greviyle ilgili. O dönemde, tutuklular, ifadeye götürme bahanesiyle askeri cezaevlerinden alınıp işkenceye tabi tutulmaktaydılar.
Deniz’ler, bu uygulamaları ve cezaevindeki baskıları protesto etmek için, idam mahkûmu oldukları halde ölüm orucuna girmişler. Ben İstanbul’da iken arkadaşlar görüşmüşler ama vazgeçirememişler. Ben İstanbul’dan döndüğümde, Sadık Akıncılar, Erşen Şansal ve Refik Ergün, üç avukat arkadaş cezaevinde çocuklarla görüşmeye gittik. Cezaevi Müdürü Albay Kemal Saldıraner’e müvekkillerimizle görüşmek istediğimizi bildirdik. “Görüşmeniz mümkün değil, cezaları kesinleşmiş ve avukatlık bir iş kalmamış, görüşüp de ne yapacaksınız?” diye yanıtladı bizi.
-Soyadını konuşturdu yani…
- Kendisine cezaların kesinleşmiş olabileceğini fakat yargılanmanın yenilenmesi ve kararın düzeltilmesi gibi bir karar yolu olduğunu anlattık. Bu nedenle görevimizin bitmediğini, infaza kadar hatta infazlardan sonra bile süreceğini söyledik. Yanıtı “hayır” oldu.
O zaman, Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavir’liğini aramasını ve kendisine anlattıklarımı aktarmasını ve komutanlık ile görüşmemizi sağlamasını talep ettik. “Ben arayayım, ama siz görüşemezsiniz” dedi. Komutanlığa telefon etti. Halit Bey böyle söylüyor, demiş adli müşavire. O da, yalnız Halit Bey görüşsün, üç kişiye gerek yok, demiş. Ve ben görüştüm çocuklarla.
İçeri girdim ve Deniz’i çağırdım.
Deniz’in yüzü sarı-yeşil olmuş, ayakta duramıyor. Ortada demir parmaklı pencere var. Ben burada ayakta duruyorum, o ayakta duramadı, mecali kalmamış. Diz çöktü yere ve öyle konuştu benimle.
Çok zor günlerdi onlar. Kolay değil. Onlara diyeceğim ki ölüm orucundan vazgeçin ve sehpaya gidin.
-Ölümlerden ölüm beğen!
- Biz zaten avukat olarak insan olarak bu çocukları seviyoruz, sayıyoruz. Dünya görüşlerine katılıyoruz. Bütün bunlar bir yana bir de avukatlık tarafı var işin. Ama benim de gerekçelerim var. Onları ölüm orucundan vazgeçirmem gerekiyor..
“Deniz, siz ölüm orucunda haklısınız”, dedim. “Ama görüyorum ki yüzün sarı-yeşil ve ayakta duramıyorsun. Doğa kanunları bunu gerektirir. Sen bunları istesen de önleyemezsin. Ne kadar güçlü ve genç olursan ol, önleyemezsin. Dışarıda infazların önlenmesi için yoğun çalışmalar var. Bu çalışmalar sonuç verebilir ya da vermeyebilir. Bütün kamuoyu çalkalanıyor, bu infazlar yapılmasın diye imzalar toplanıyor. Ama bunlara rağmen bu infazlar yapılırsa: Ölüm orucuna biraz daha devam ederseniz, buradan yürüyerek gidemeyeceksiniz. Sürükleyerek götürecekler sizi sehpanın önüne. Resimlerinizi çekecekler, kamuoyuna dağıtacaklar ve ‘işte sizin yiğit, idealist, kahraman dediğiniz insanlar bu kadar korkak imişler’ diyecekler. Sizin buna hakkınız yok” dedim. “Sehpanın altına sağlıklı bir biçimde gitmelisiniz. Devrimci gençliğinin gerçek bir simgesi olarak, düşünceleriniz, dünya görüşünüz ve eylemlerinizle kişiliğinizi koruyacaksınız. Bunu beraber koruyacaksınız ve götüreceksiniz” dedim.
Deniz:
-Ağabey, bize on dakika izin verin, arkadaşlarla görüşeyim, dedi.
Yusuf ve Hüseyin’e de aynısını söyledim. Gittiler görüştüler. Ben de Saldıraner’in odasında bekledim. On dakika sonra üsteğmen geldi ve çocukların beni beklediklerini söyledi.
Deniz:
-Abi biz görüştük aramızda. Haklısınız. Biz ölüm orucunu bugün bırakıyoruz, dedi.
Ve o gün ölüm orucunu bıraktılar.
Yanımda çocuklara vermek için iki yüz lira götürmüştüm.
Deniz:
-Biz buradan zaten cezaevine gideceğiz. Paraya ihtiyacımız olmayacak. Daha önce Talat Aydemir’in arkadaşı varmış ve burada yatıyormuş. Onu da apar topar almışlar, cezaevine götürmüşler. Bize de aynı şeyi yapacaklar. Paraya ihtiyacımız yoktur, dedi.
-Ben yine bırakacağım, haberiniz olsun, dedim.
-Denizler’e ölümü göze aldıran güç neydi?
- Onlar emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bu ülkeden sökülüp atılacağına, Türkiye’nin bağımsızlığına kavuşacağına ve bir gün bu ülkede sosyalizmin yani sömürünün olmadığı, insanların eşit ve özgür olacakları bir toplumsal düzenin kurulacağına inanmaktaydılar. Bence tarihte yaşamöykülerini okuduğumuz bir çok devrimci gibi Deniz’lerin de ölümü göze almalarını sağlayan işte bu inanç ve mücadele gücüdür.
- Sehpa önünde bile kararlılıklarından yılmadılar. Deniz’leri evrensel mücadelenin bir parçası olarak düşünürsek, onları dünyadaki öteki kahramanlardan hangileri ile karşılaştırırsınız?
- Deniz’ler gerçekten de sizin doğru olarak nitelediğiniz gibi evrensel bir mücadelenin parçasıdırlar. Bu mücadele, savunmalarında da belirttikleri gibi “ezenler ile ezilenler arasındaki mücadele”dir. Yine Deniz’lerin söyledikleri gibi “günümüzde ezenleri temsil eden ve çıkarı uğruna yoksul ulusları boyunduruğu altında tutan” ve “gericiliğin, barbarlığın ve vahşetin son kalesi olan emperyalizmdir”.
Dolayısıyla, Asya, Afrika, Avrupa, Amerika gibi tüm kıtalarda ve tüm zamanlarda, onlar gibi ezilenlere karşı verdikleri mücadele sırasında yaşamlarını kaybeden devrimcilerle birlikte tarihe geçtiklerini düşünüyorum.
- Menderes’lere karşı Deniz’ler dendi… 3’e 3… Bu karşılaştırmanın mantıklı bir anlatımı var mı?
- Denizler’in idam yasası TBMM’de tartışılmakta iken AP’li milletvekillerinin parmaklarıyla da üç sayısını göstererek 3’e 3 diye bağırdıklarını biliyoruz. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, bununla Menderesler’e karşı Deniz’ler kastediliyordu. Aslında iki olayın hiçbir açıdan birbirine benzer bir yanı yoktur.
Birincisi, Deniz’ler tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye istiyorlardı. Son hedefleri ise sınıfsız sömürüsüz bir toplum düzeniydi. Demokrat Parti yöneticileri olan ve 27 Mayıs Devrimi sırasında asılan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ise Türkiye’nin NATO’ya girmesinde, emperyalizme bağımlılığımızın en önemli adımları olan ABD ile ikili anlaşmalar ve askeri üslerle ülkenin ABD’ye ve emperyalizme bağımlı kılınmasında başrolü oynayan bir siyasal partinin yöneticileriydiler.
İkincisi, Deniz’ler 27 Mayıs’ta daha çocuktular ve Menderes’lerin idam olayı ile hiçbir ilgileri yoktu.
İdam kararına karşı olduğumu ve Menderes’lerin idamına da karşı olduğumu birkaç kez belirttim. Ama bu 3’e 3 olayının akıl ve mantıkla yapılabilecek hiçbir açıklaması bulunmamaktadır.
‘Deniz’lerin itibar iadesine ihtiyacı yok’
-Yıllar sonra Menderes’lerin itibarı iade edildi. Denizler için böyle bir tartışma yapıldı ama, sanırım sizin düşünceniz farklıydı… Bunu açar mısınız?
- Yıllar önce bana Cumhuriyet gazetesi tarafından Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın itibarlarının iade edilmesi ile ilgili bir soru sorulmuştu. Yanıtımda siyasal suç veya adi suç ayrımı yapmadan tüm ölüm cezalarına karşı olduğumu ve ölüm cezasının kaldırılmasından yana olduğumu söylemiştim. Bu nedenle 27 Mayıs döneminde açılan davaların hukuksal tartışmasına girmeden Menderes’lere verilen ölüm cezasını ve infazları yanlış bulduğumu da ifade etmiştim. Çünkü ölüm cezası, yaşam hakkını ortadan kaldıran, caydırıcı niteliği olmayan ve ceza hukuku açısından da “ceza” niteliği taşımayan bir yaptırımdır. Bugün de bu düşüncemi muhafaza etmekteyim.
İtibar sorununa ve sizin sorunuza gelince. Önce şunu söylemek istiyorum. Kanımca idam cezasına çarptırılmaları ve 146. maddeyle suçlanmalarının dışında bu iki olay arasında bence hiçbir ortaklık bulunmamaktadır. Deniz’ler Türkiye’nin tam bağımsızlığı için, 1961 Anayasası’nın tam olarak uygulanması için, bu ülke halkının haktan yana bir düzende yaşayabilmesi için onurlu bir mücadele verdiler ve çıkarları bu mücadele ile ters düşen iç ve dış egemen güçlerin çabaları sonucunda idam edildiler. Onların hem kendileri hem de verdikleri mücadele bir onur mücadelesidir. Ve onlar bugün de bu mücadeleyle Türkiye halkının gönlünde taht kurmuşlardır. Dolayısıyla iade edilecek bir itibar söz konusu değildir.
‘İnfazın yerine getirilmesi’
-Zaten en itibarlı yerdeler, halkın gönlündeler, diyorsunuz…
- Bizler Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Ankara’daki avukatları olarak ben, Orhan İzzet Kök ve Refik Ergün TBMM’ye başvurduk ve bu gençler hakkında Meclis tarafından 1972’de verilen “infazın yerine getirilmesi”ne ilişkin kararın kaldırılmasını istedik. Bu başvurumuzda “iade-i itibar” gibi bir talebimiz olmadı, çünkü siyasal iktidara bağımlı bir kurul tarafından verilen böylesine haksız, adaletsiz ve siyasal nitelikli bir cezanın müvekkillerimizin itibarlarına gölge düşürebileceğine inanmamaktaydık. Dilekçenin bir yerinde şöyle diyorduk: “…Hemen belirtelim ki, biz itibar isteği peşinde değiliz. Çünkü emperyalizmle mücadeleyi ve bağımsızlığı hedefleyen üç gençle ilgili haksız, adaletsiz ve siyasal nitelikli bu karar ve sonucu, onların itibarlarına, onurlarına ve siyasal kişiliklerine bir gölge düşürememiştir. Onlar bugün sağ olsalardı, itibarlarının iadesi yolunda bir istemde bulunmayacakları, inancımıza göre kuşkusuzdur”. (Halit Çelenk, İdam Gecesi Anıları).
Eğer TBMM bir gün Deniz’ler hakkında verilen infazın yerine getirilmesine ilişkin yasayı kaldırırsa, bu, sadece yıllar önce verilmiş bir yanlış karardan dönüldüğünü gösterir. Dilekçemizde de belirttiğimiz gibi “Deniz’ler bugün sağ olsalardı, itibarlarının iadesi yolunda bir istemde bulunmayacakları”na inanıyorum.
Yorum Gönder