Halit Çelenk Deniz Gezmişleri Anlatıyor 7- Mustafa Balbay
İkili anlaşmalarla bağımlı hale getirilen Türkiye’nin egemenliğini savunan 68 kuşağının hedefleri halen güncelliğini koruyor
Deniz’ler uyanışın ürünüydü
Deniz Gezmiş ve arkadaşları yaptıkları savunmada, Mustafa Kemal ve emperyalizme karşı verdiği mücadeleyi anıyorlardı. Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşı’na saygı, Deniz’ler dahil Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana tüm sosyalist ve komünist siyasal akımların benimsediği bir ilkeydi.
- Deniz’lerin yaşadığı dönemin Türkiye’sine bakarsak, 60’ların sonu 70’lerin başı, nasıl bir Türkiye vardı?
- Bir kısa özet yapacak olursak şunları söyleyebiliriz. Türkiye, 2. Dünya Savaşından sonra, ABD ile yapılan beş önemli ikili anlaşma ile başlayan ve özellikle de DP iktidarı döneminde NATO’ya girişimizden başlayarak bugüne dek süren bir bağımlılık sürecine girdi.
Deniz’lerin de savunmalarında ifade ettikleri gibi “1946-1971 Türkiye’si, Amerikan emperyalizminin denetimi altında yarı bağımlı bir ülkedir”. Türkiye’de yabancı firmalara ve devletlere bağlı, bizlerin “işbirlikçi” ya da “komprador” dediğimiz ve bugün de varlığını sürdürmekte olan bir sınıf doğmuştur. ABD ile yapılan askeri, ekonomik ve siyasal olarak sınıflandırabileceğimiz ikili anlaşmalar sonucunda ülkemizde Amerikan ve NATO üsleri kurulmuş ve iki kutuplu o günün dünyasında Türkiye ciddi bir savaş tehdidi altına girmiştir.
Dahası, Türkiye, NATO’nun ve ABD’nin çıkarlarını kendi ulusal politikası olarak kabullendiği için Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” politikası yerine komşularına karşı düşmanca bir siyasetle yaklaşan bir konumdadır.
Genelkurmay Başkanı üslere giremiyordu
İkili anlaşmalar sonucunda Amerikalılara büyük imtiyazlar tanınmıştır. Örneğin, Türk yargısı ülkede suç işleyen Amerikan askerlerini yargılayamamakta, Amerikan üslerinde çalışan görevliler için getirilen Amerikan malları ülkeye gümrüksüz alınmakta ve bu durum büyük bir karaborsaya neden olmakta, Amerikan üslerine Türk Genelkurmay Başkanı ya da milletvekili bile alınmamaktadır.
Madenler ve tüm sanayi yatırımları Amerikan ve Avrupa sermayesi ile ortaktır. Türkiye’nin o dönem dış borç toplamı faizleriyle birlikte 60 milyardır. Öte yandan, ülkede çarpık da olsa, dışa bağımlı da olsa yaşanan sanayileşme ile birlikte işçi sınıfı nicel ve nitel açılardan gelişip bilinçlenmektedir.
TİP üyeliğinden geldiler
Grev ve Lokavt Yasası’nın kabulünden itibaren beş yüze yakın grev oldu ve bunların çoğu DİSK’e bağlı sendikaların işyerlerine aitti. İşçi sınıfının ilerleyen mücadelesi ve 27 Mayıs Anayasası ile gelen bazı demokratik açılımların da desteğiyle grevler ve toprak işgallerinin ülkeye yayıldığını görmekteyiz.
Türkiye’de 27 Mayıs ihtilalinden sonra ilk kez legal bir sosyalist parti, Türkiye İşçi Partisi kuruldu ve 1965 seçimleri sonrasında parlamentoda 15 milletvekili ile temsil edildi. Bu bağlamda şunu da söyleyeyim. 68 kuşağının Deniz, Yusuf, Hüseyin, Mahir, Sinan gibi birçok önemli önderi ve kuşağın birçok üyesi TİP üyeliğinden gelmekteydiler.
Dünyadaki hareketler Türkiye’de yankı buldu
- O yıllar DİSK’in damgasını vurduğu dönemdi değil mi?
- 1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Türk-İş’ten ayrılan bir grup sol eğilimli sendikacı tarafından kuruldu. Bununla birlikte, faşist İtalya’dan alınan ve Türkiye’de sol, demokrat ve sosyalist düşüncenin yayılması ve örgütlenmesinin önünde çok büyük engeller oluşturan ünlü 141-142. maddelerin varlığı da unutulmamalıdır.
Bunların yanı sıra dünya sosyalizmi ve özellikle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerindeki bağımsızlıkçı hareketler de ülkemizde yankı bulmaktaydı. Bazı sol akımlar üçüncü dünya adıyla anılan Asya ve Afrika ülkelerindeki sosyalizan bağımsızlıkçı hareketlere büyük ilgi gösteriyor ve onları Türk milli kurtuluş hareketi ile ilişkilendirmeye çalışıyorlardı.
Özetle, o tarihlerde ülkede ciddi bir sosyal uyanışın yaşanmakta olduğunu söylemek mümkündür.
Gençlik başı çekiyordu
- Gençlik hareketleri bu Türkiye fotoğrafının neresine oturuyordu?
- Gençlik, her ülkede, eğitimle olan ilişkileri ve sınıfsal konumları itibarıyla toplumsal konulara en duyarlı kesimi oluşturmuştur. Türkiye için de aynı şey söylenebilir. Gençler önce üniversitelerde eğitimle ilgili problemlerden yola çıktılar ve bu sorunlarını dillendirmeye başladılar.
Daha sonra doğal olarak bu sorunlarının ülkedeki sömürü düzeninden yani kapitalist yapıdan kaynaklandığını kavradılar. O andan itibaren kendi sorunları ile ülke sorunlarını birleştirerek mücadelelerini sürdürdüler.
Örneğin, ilk boykot hareketleri 1968 yılında Demirel hükümetinin anayasayı değiştirmek istediği zaman gerçekleşmiştir. Yine, İstanbul ve İzmir’de Amerikan 6. Filosu erleri denize atılmak suretiyle Amerikan emperyalizminin bölgedeki müdahaleleri ve Türkiye’deki varlığı protesto edilmiştir. Ama dış emperyalist güç olarak görülen ABD’nin Türkiye’deki varlığına karşı verilen bu mücadelenin yanı sıra gençlik, o dönemde ülkedeki işçi ve köylü eylemlerinin hemen hemen tümüne destek vermiştir. Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (TDGF) Dev-Genç tüzüğünün 2. amaç maddesinde “TDGF emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı verilen halkımızın milli demokratik devrim mücadelesinde sosyalist gençliğin düşünce ve eyleminin geliştirilmesi amacıyla kurulmuştur” denmekteydi.
3. maddede ise “Federasyona bağlı dernekler sosyalizm bilimini eylem kılavuzu edinen üyelerden oluşur” açıklamasının yanı sıra federasyona işçilerin, köylülerin kurdukları devrimci gençlik derneklerinin de üye olabileceği belirtiliyordu. Bu yönde hareket eden 68 gençliği işçi ve köylü eylemlerini fiilen desteklediler.
Örneğin, Ege’de TDGF’liler (Dev-Genç) Akhisar ve Ödemiş’te küçük üretici durumunda olan tütün ekicilerinin sorunlarına sahip çıktılar, Alaçam’da köylülere mücadelelerinde öncülük etmenin yanı sıra jandarma ve kaymakamın tüm engellemelerine karşın Ankara’dan getirdikleri ilaçları dağıttılar.
Mücadeleye giriştiler
Nallıhan’da ağanın elindeki merayı işgal eden köylülere destek olmaya gelen öğrencileri ise asker kaçağı olarak topladılar. Antalya’da Elmalı köyünde ağaların topraklarını işgal eden köylülerin yanında öğrenciler vardı. 15-16 Haziran olayları da dahil birçok işçi grev ve eylemliliklerinde de gençlik birlikte mücadeleye katıldı. 1968’de NATO’yu protesto eden bazı sol eğilimli öğrenci derneklerinin yayımladıkları bir bildiride şöyle denilmekteydi: “NATO’ya hayır diyoruz, çünkü Amerika’ya karşıyız. NATO’ya hayır diyoruz, çünkü emperyalizme karşıyız… NATO’ya hayır diyoruz, çünkü emekçi halk yığınlarının, yani Türkiye’nin çoğunluğunun çıkarlarından yanayız. Amacımız bağımsızlık sorununu yalnızca biz gençlerin ve aydınların sorunu olmaktan çıkarıp emekçi halkımıza mal etmektir.” (Tanzer Sülker Yılmaz, Türkiye’de Gençlik Hareketleri, Mart 1997)
Yukarıda da belirtildiği gibi gençlik, asıl davanın bağımsızlık sorunu ve buna bağlı olarak da toplumsal düzen sorunu olduğunu kavramış ve eylemleriyle bu gerçeği halkla paylaşmak üzere mücadeleye girişmişti.
Deniz’lerin hedefleri hâlâ güncel
- Yıllarca Deniz’ler unutulmasın, dediniz. Unutulmadılar… Adeta kuşaktan kuşağa geçen bir bayrak gibi oldu, ne dersiniz?
- Türkiye, 1960’lardan da çok ABD ve AB gibi emperyalist ülkelerin ve IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların sultası altındadır. Yeraltı ve yerüstü servetleri, fabrikaları, bankaları, limanları ve tersaneleriyle vatan satılmaktadır. Emperyalizme bağımlılık her geçen gün biraz daha artmakta ve ülkeyi yöneten siyasi iktidar emperyalizmin sömürge valisi gibi davranmaktadır. Cumhuriyetin tüm kazanımları elden çıkarılmakta, silinmekte ve tasfiye edilmektedir. Emperyalist merkezlerin dayatmalarıyla yapılan özelleştirmeler ve yasa değişiklikleri sonucunda işsizlik ve yoksulluk artmakta ve emekçilerin kazanılmış hakları ellerinden alınmaktadır.
Böyle bir ortamda Deniz’lerin tam bağımsızlık mücadelesi ve emekten yana bir iktidar ve demokrasi mücadeleleri, hedefleri açısından bugünleri aydınlatmaya devam ediyor. Ve Deniz’ler bunun için unutulmuyorlar, unutulmayacaklar.
‘Ferman IMF’ninse PETKİM bizim’ derdi....
- Elbette Deniz’ler yaşasaydı bugün şöyle düşünürlerdi gibi bir yorumda bulunulamaz. Ancak o döneme çok yakından tanıklık etmiş bir kişi olarak, Deniz’lerin mücadelesi bugün hangi zemine oturur, bugün hangi mücadeleye karşılık geliyor?
- Bugün Deniz’ler yaşasaydılar, özelleştirmelere, ülkenin yağmalanmasına karşı çıkarlar ve “Ferman IMF’ninse SEKA, TEKEL, TÜPRAŞ, Seydişehir, PETKİM bizimdir” diye haykıran işçilerle birlikte olurlardı; Amerika Birleşik Devletleri’nin Afganistan ve Irak işgaline karşı yapılan mitinglerde başı çekerlerdi; Türkiye’yi bir muz cumhuriyeti sanıp yargıya emirler yağdıran Amerikan büyükelçilerini ve Avrupalı elçileri denize dökerlerdi; emperyalistlerle işbirliği yapan tüm siyasal iktidarlara karşı mücadele ederlerdi; aydınlanma mücadelesini destekler, Cumhuriyetin kazanımlarını korurlardı. Üniversitelerdeki faşist saldırılara karşı çıkarlardı…
Dünya görüşlerini düşünecek olursak böyle davranacaklarını düşünüyorum.
‘İşte tam kaçırılacak bir Amerikalı’
- Deniz’leri bugün soldan sağa her kesim bir başka şekilde algılıyor… Sizce Deniz’lerin Mustafa Kemal’e bakışı nasıldı?
- Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşı’na saygı, Deniz’ler dahil Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana tüm sosyalist ve komünist siyasal akımların benimsediği bir ilkeydi. Çünkü Mustafa Kemal emperyalizme karşı bir bağımsızlık savaşının önderiydi ve yine emperyalizme karşı savaşan ve sosyalizmi kuran Lenin ve Sovyetler Birliği’nin de dostuydu.
Deniz’lerin savunmasında Kurtuluş Savaşı ile ilgili bir bölümde şunları okumaktayız: “Kurtuluş Savaşı, Türkiye halkının emperyalizme ve onun emrindeki dahili güçlere karşı verdiği bir direnme savaşıdır… Yurdumuzun bağımsızlığı için giriştiğimiz bu kavgada Kurtuluş Savaşımızda şehit olanların onurlarını ve ulusumuzun kaderini korumaya kararlı olduğumuzu bildiriyoruz.. Kurtuluş Savaşımızın tüm şehitlerine selam olsun.” Savunmada sürekli olarak vurgulanan, emperyalizme karşı verilen milli mücadele ve onun önderinin bu konudaki şaşmaz tavrıdır.
Mahkemede gençlerin birlikte hazırladıkları ortak savunmanın Lozan Antlaşması ile ilgili bölümünü Deniz Gezmiş okudu. Antlaşma metni Amerikan Senatosu’na geldiğinde bir Amerikan senatörü Mustafa Kemal hakkında şöyle demekteydi: “…Anlaşma; Timurlenk kadar hunhar, Müthiş İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşma kabul ettirmiştir...” Deniz yazılı savunmadaki bu bölümü okuduktan sonra kâğıtları masanın üzerine bıraktı ve mahkeme kuruluna şöyle dedi:
“İşte tam kaçırılacak bir Amerikalı!”
Ama şunu söylemek durumundayız: Deniz’ler sosyalisttiler. Onların son hedefleri, hakça bir düzenin, yani sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumun kurulması mücadelesiydi.
Sosyalist düşünce yeşeriyor
- Bugünün gençliğini nasıl görüyorsunuz? Ülke sorunları karşısında nasıl bir gençlik var?
- 12 Mart ve özellikle de 12 Eylül askeri darbeleri sonucunda topluma benimsetilen politika dışı durma, kendi çıkarına bakma, ülke sorunları yerine kendi sorunları ile ilgilenme, korku gibi davranışlar maalesef gençliği de pençesine aldı. Gerçekten böyle geniş bir gençlik kesimi var.
Bununla birlikte son yıllarda hem emeğiyle yaşayan insanlar arasında hem de gençler arasında yurtseverliğin ve ülke sorunları için mücadele etme ve onları kendi kişisel çıkarlarının üstünde tutmayı gerektiren sosyalist düşüncenin yeşerdiğini ve canlandığını görüyorum ve bundan da mutluluk duyuyorum.
‘Deniz’lerin kuşağı Avrupa’da bakan oldu’
- 1968’ler sadece Türkiye’de değil dünyada da hareketli bir dönemin adı... Deniz’ler gibi gençlik hareketlerine idamla yanıt veren başka yönetimler tanıyor musunuz?
- Gerçekten de o dönem dünya çapında gençlik hareketlerinin yükseldiği bir dönemdi. Gelişmiş ve az- gelişmiş ülkelerin çoğunda yoğun gençlik hareketleri görüldü. 68 gençlik hareketlerinin başlangıcı Amerika’dadır ve ırkçılığa, üniversite yönetimine, silahlanma harcamalarına, yoksulluk ve eşitsizliğe ve Vietnam Savaşı’na karşı çıkışla başlamıştır.
Avrupa’da da örneğin Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde de çok radikal gençlik eylemleri yaşandı. Bu eylemlerde liderlik yapanların birkaçı, son yıllarda da isimlerini duyduğumuz Rudi Dutschke, Daniel Cohn Bendit, Joschka Fischer, Tarık Ali gibi kişilerdi. 68’i izleyen yıllarda, bu gençler, idam edilmek şöyle dursun, önemli görevler aldılar.
Fischer, Yeşiller Partisi’nden bakan oldu ve Almanya’da Dışişleri Bakanlığı yaptı. Cohn Bendit ve Rudi Dutschke yine Yeşiller Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldılar. Daniel Cohn-Bendit Avrupa Parlamentosu’ndaki Avrupa Yeşiller grubunun da eşbaşkanlığını yapmakta. Tarık Ali ise ünlü bir yazar oldu ve savaşa karşı mücadele vermekte.
Gençliğini idam etme utancı ve vahşeti sadece Türkiye’ye ait gibi görünüyor.
- Sayın Halit Çelenk, Halit Ağabey, beden sağlığınızdaki kimi olumsuzlukları, güçlü iradenizle yenip bu uzun söyleşiyi tamamladınız. Çok teşekkür ederim.
- Sevgili Balbay, ben de sana teşekkür ederim. Bu benim Türkiye’ye son bir değerlendirmem olmuş oldu…
- Bütün söylediklerinize katılıyorum, işte buna katılmıyorum. Son değerlendirme olmasın… Daha nice yıllar, 20. yüzyılın canlı tanığı olarak sizi dinleyelim, okuyalım…
‘Kurtuluş emperyalizmi yurttan atmakta’
- Deniz’ler nasıl bir Türkiye kurma düşüncesiyle yola çıktılar?
- Hiç şüphe yok ki Deniz’ler insanın insanı sömürmediği hakça bir düzenin, yani sosyalist bir düzenin Türkiye’de kurulmasını istiyorlardı. Daha önce de söylediğim gibi, Deniz dahil birçok gençlik lideri TİP üyesiydiler.
Yine diğer sosyalist kuruluş ve çevreler gibi onlar da böyle bir düzenin kurulabilmesi için ülkenin bağımsız olması gerektiğini düşünüyorlardı.
Bu nedenle emperyalizme ve onun yerli ortakları olan siyasal iktidarlara karşı mücadeleyi öne alıyorlardı. Deniz’lerin bu duruşları, savunmalarındaki şu satırlarda da açıkça görülmektedir:
“Amerika bu çıkar ve sömürüsünü sürdürmek için her türlü tedbire başvurur. Eğer emrindeki iktidar sömürünün devamını sağlayamıyorsa, ekonomik ve politik krizin eşiğindeyse, onu düşürür. Halkı kandırmak için yeni bir iktidar getirir. Gelen iktidar ülkeyi kalkındıracağını vaat ederek halkı bir müddet daha soymaya devam eder ve bir süre sonra da yıpranır, iktidarı başkasına devretmeye mecbur kalır. Bu kandırma ve oyunlarla talan devam eder.
Amerikan emperyalizmi yurdumuzda var oldukça bu talan devam edecektir. Türkiye’nin kalkınması için tek ve zorunlu şart Amerika’nın yurttan atılmasıdır… Türkiye’de Amerika var oldukça toplum kalkınamayacak, fakat büyük zenginler, komisyoncular ve uşaklar olacaktır. Amerika yurdumuzda var oldukça, kalkınma değil, tam tersine açlık ve sefalet var olacaktır… Türkiye’nin kalkınması ve halkın kurtuluşu Amerikan emperyalizminin yurttan atılmasına bağlıdır.”
Deniz’lere göre bu mücadeleyi başaracak tek kuvvet “Amerikan ortağı, patron, tefeci ve bezirgânlar dışında kalan ve ezilen tüm TÜRKİYE HALKIDIR”.
Yorum Gönder