Yargı- Hukuk- Adalet!!! - Emin Çölaşan

SEVGİLİ okuyucularım, Türkiye’de anket yapan bazı kuruluşların AKP’ye yakın olduğunu, elde edilen sonuçlar üzerinde iktidarın istem ve çıkarları doğrultusunda “Azıcık” oynadıklarını hepimiz biliriz. Bu yüzden de, anketlerin dürüstlüğü ve ciddiyeti her zaman tartışılır.
Geçen gün Genar’ın yaptığı bir anketin sonuçları yayınlandı, bizim gazetede manşetten verildi. Sonuç çok ilginçti:
“Eğer tutuklanıp cezaevine girerseniz, adil yargılanacağınıza inanıyor musunuz?” sorusuna verilen yanıtların yüzde 67’si “Hayır, inanmıyorum” çıkmıştı. Bunun anlamı, yargının bağımsız olmadığı, adaleti yerine getiremediğidir. Öyledir veya değildir, vatandaşların üçte ikisi böyle düşünüyorsa, ortada yargı açısından ciddi bir sorun var demektir.
Bu, üzerinde mutlaka durulması gereken bir olaydır. “Hayır” diyen vatandaşlar sonuna kadar haklıdır.
AKP iktidarı Türkiye’ye en büyük kötülüğü yargıyı ele geçirerek, teslim alarak yaptı.
Bütün kurumların devşirildiğini, Genelkurmay dahil her yerin ele geçirildiğini artık herkes biliyor. Ancak yargının-adaletin ele geçirilip siyasete alet edilmesi, son derece tehlikeli bir iştir.
Adına HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) denilen kuruluş, tüm hakim ve savcıların her türlü özlük işlerine bakar.
Atama, cezalandırma, terfi, her şey…
AKP tarafından yapılan anayasa değişikliği uyarınca, HSYK yeniden kuruldu ve yeni atanan üyelerle siyasetin eline bırakıldı.
Yargıtay ve Danıştay’a çok sayıda yeni üye seçildi ve çoğunluk iktidar yandaşlarının eline verildi.
Anayasa Mahkemesi aynı durumda.
Adliyeler, iktidarın çizgisi doğrultusunda yeniden düzenlendi.
Adli ve idari yargı hakim ve savcıları arasında korku rüzgarları estirildi. İktidarın hoşuna gitmeyen kararlar veren hakim ve savcılar ya görevden uzaklaştırıldı, ya da emekli olmaya zorlandı.
***
Balyoz ve Ergenekon davalarını yıllardır izliyorsunuz. Tutuklamaların ve bu mahkemelerde yapılan yargılamaların adaletle uzaktan yakından ilgisi var mı? Daha dün Balyoz duruşmasında çıkan olayları bugün herhalde gazetelerde okuyacaksınız.
Sanıklar aleyhlerinde kullanılan delillerin düzmece olduğunu iddia ediyor, tarafsız bilirkişi incelemesi istiyor. Mahkeme bu istemleri kabul etmiyor.
Öyle anlaşılıyor ki, karar vermekte mahkemenin acelesi var. Yargılamayı bir an önce bitirecek, halen tutuklu olan çok sayıda muvazzaf subaya hapis cezalarını verecek ve böylece, yapılacak ilk Yüksek Askeri Şura toplantısında bunların TSK’dan atılmasını sağlayacak.
Böylesine ince hesaplar yapılıyor ve mahkeme o yolda devam ediyor.
Ergenekon davası ayrı bir alem!..Birbirini hayatta ilk kez duruşma salonunda gören sanıklar, gizli örgüt kurdukları iddiasıyla yargılanıyor. Davanın ne zaman biteceği belli değil. Örgütün (!) kurucusu, lideri, üyeleri bilinmiyor. Beş yıldır yapılan duruşmalarda bir kişi bile suçunu (!) itiraf etmedi ama insanlar tutuklu. Bir kez tutuklanan bir daha bırakılmıyor.
Üstelik bazı sanık avukatları da tutuklandı!
İktidar, bu iki davayı da toplumu korkutmak, sindirmek için gündeme soktu…
Ve itiraf edelim, başarıya ulaştı.
Biz son yıllarda medya olarak ister istemez bu davalara odaklanmak zorunda kaldık. Yandaş medya, eline geçen bu fırsatı sonuna kadar kullandı ve kullanıyor.
Muhbirlik yaptılar, jurnalcilik yaptılar, suçsuz insanları bile suçlamaktan utanmadılar. Şimdi aynı muhbirlik ve jurnalcilik 28 Şubat davası öncesinde sürdürülüyor.
***
Bir de şu anda cezaevinde olan ve sayıları 100 bin’i geçen hükümlü ve tutuklular var. O insanların sesi soluğu çıkmıyor çünkü arkalarında medya gücü yok, hatırlı tanıdıklar yok!
Onlar cezaevlerinde manevi işkenceye tabi tutuluyor. Her türlü hakları kısıtlı. Haksızlığa uğradıkları zaman nereye başvuru yapacaklarını bile bilmiyorlar. Başvuru yapsalar da ilgilenecek makam bulamıyorlar.
Onlardan sık sık mektuplar alıyorum. Yakınıyorlar, sorunlarını dile getiriyorlar, haksız yere yatırıldıklarını iddia ediyorlar. Okuyunca hüzünleniyorum da, elden gelen bir şey yok. Onların hakkını savunan yok.
İşte o yüzden, yapılan son ankete verilen yanıtlarda toplumun yüzde 67’si, yargıya ve adalete güvenmediğini vurguluyor.
Çok ciddi bir orandır. Eğer bir ülkede yargıya ve adalete güven böylesine azalmış ve sarsılmışsa, ortada dikkate alınması gereken bir sorun var demektir.
Bu durum kendi kendine oluşmadı.
AKP iktidarı bu planı bilinçli olarak uyguladı ve yapılan anayasa değişikliği ile, tüm yargı kuruluşlarını birer birer ele geçirmeyi başardı.
Yukarıda değindiğim anket sorusuna “Yargıya güvenmediği” yanıtını veren vatandaşların çoğu da, çok büyük olasılıkla o anayasa değişikliği için AKP’nin istemleri doğrultusunda “Evet” oyu kullanmıştı!
İlginç değil mi!
VE KİŞİSEL BİR ÖRNEK!
Şimdi size bu konuda, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda bir örnek daha vereceğim. Bundan bir süre önce, yeni yetme bir yandaş, bir televizyon kanalında benden söz etmişti. Açıkça hakaret ediyordu.
Kendisini Cumhuriyet Savcılığına şikayet ettik ve hakkında ceza davası açılmasını istedik. Ötesini savcılığın elime bir hafta önce geçen kararından aktarıyorum:
“Yukarıda açık kimliği yazılı şüphelinin televizyonda yayınlanan programda ‘Emin Çölaşan SON DERECE KARANLIK ÇİZGİSİ ile, TETİKÇİLİĞİ ile vesaire, bence ÇOK ŞAİBELİ (lekeli) bir kalemdir. Ona gazeteci demek istemiyorum’ şeklindeki sözlerle şikayetçiye hakaret ettiği iddiasıyla yürütülen soruşturmada…”
Kararın izleyen bölümlerine göre savcılık bilirkişi eliyle bandın çözümünü yaptırmış ve bu sözlerin aynen söylendiği ortaya çıkmış.
Sonrasında ise karar açıklanıyor. Özetliyorum:
“…Bu tür ifadeler bazen muhatapları sarsıcı da olabilir…AİHM kararlarına göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun vazgeçilmez bir ögesidir…Fikirleri takip edilen ve halka mal olmuş kişilere ilişkin tahammül eşiğinin daha ileri seviyede olması gerekir. Somut olayda bunun aşılmamış olduğu görülmektedir…Bu sözlerin eleştiri sınırları içinde kaldığı, şüphelinin hakaret kastı ile hareket etmediği anlaşıldığından, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına…”
İşin ilginç yanı, savcılık bu kararı verirken, şikayet ettiğimiz yandaşın ifadesini bile almaya gerek görmemiş! Oysa birileri bizi şikayet ettiğinde, mutlaka önceden ifadeye çağrılırız.
***
“Son derece karanlık çizgisi ile…Tetikçiliği ile…Çok şaibeli bir kalemdir!..”
Demek ki televizyona çıkıp birisi hakkında söylenen bu sözler hakaret olmuyormuş!
Varsayalım ben burada bir yazı yazdım, örneğin Tayyip için aynı sözleri kullandım:
“Tayyip Erdoğan son derece karanlık çizgisi ile, tetikçiliği ile bence çok şaibeli bir siyasetçidir…”
Ve Tayyip beni savcılığa şikayet etti, hakkımda ceza davası açılmasını istedi.
Acaba savcılık benim yazımı inceledikten sonra “Bu sözlerde başbakana hakaret yoktur. Fikir ve ifade özgürlüğüdür. Kovuşturmaya yer olmadığına” diyebilir mi!
Sevgili okuyucularım, size küçük, basit bir kişisel örnek verdim.
Böyle bir ülkede birileri ortaya çıkıp “Yargımız bağımsızdır, tarafsızdır, biz yargıya asla karışmayız” nutukları attığında, buna kaç kişi inanır?....
Yapılan anketlerde “Yargıya güvenmiyorum” diyenlerin oranı, boşuna yüzde 67 çıkmıyor.
**
Emin Çölaşan’ın notu: İktidar, yargının yüzde 100’ünü henüz ele geçiremedi. Bu biraz zaman alacak. Şu anda bile nice hakimler ve savcılar var ki, kararlarını iktidarın istemleri doğrultusunda değil, dürüstçe, sadece adaleti, yargının onurunu, yasaları ve hukuku dikkate alarak veriyorlar.
İktidar ve onun yan kuruluşu olan HSYK, henüz onlar için toplu bir kıyım harekatı düzenleyemiyor. Deniz Feneri, Balyoz ve Ergenekon’da olduğu gibi bazılarını uzaklaştırıp pasif görevlere atıyor, sürgüne gönderiyor. Geri kalanların ise emekliliğini veya istifasını bekliyor.
Siyasi iktidar bu konuda “Çoğu gitti azı kaldı, biraz daha sabır!” diyor.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget