Cumartesi akşamı kitap fuarı çıkışı üç beş arkadaş bir çöp şişçide yemek yiyoruz. Yanımızdaki masada 8-9 yaşlarında bir çocuk kitap okuyor. Ne çevresindeki hareketlilikle ne de dışarıya konmuş televizyondan verilen futbol maçıyla ilgileniyor. Dalıp gitmiş okuduklarına. Çocuğa baktıkça içimi bir sıcaklık, bir sevinç kaplıyor. Dayanamayıp adını soruyorum anne babasına; Mehmet Çetin’miş adı. Manisa-Alaşehir’den gelmişler kitap fuarı için, gidiş geliş yaklaşık 300 km’lik bir yol.
Bir yayıncı dostuma telefon ediyorum, Mehmet için birkaç kitap istiyorum. Arabasında varmış, çok geçmeden geliyor kitaplar. Mehmet’e veriyorum, gözleri ışıldıyor. Kalkarlarken, yanıma geliyor, elini uzatıyor, “Sizi tanıdığıma çok memnun oldum” diyor. Yanaklarından öpüyorum, “Ben de Mehmet,” diyorum, “ben de çok mutlu oldum.” Anne babasını kutluyorum. Gidiyorlar.
Biliyorum, Mehmet her yıl gelecek fuara, büyüyecek, bir gün o da kendi çocuğunun elinden tutup getirecek bu kitap şölenine. İstanbul’da sıkça tanık olduğumuz gibi…
Mehmet’ler çoğaldıkça Türkiye’nin ışığı sönmeyecek.
***
O cumartesi İzmir, Türkiye genelindeki kitap fuarları tarihinde bir rekor kırdı, kapıların açık kaldığı dokuz saat içinde 17. İzmir Kitap Fuarı 80 bin 541 kitapsever tarafından gezildi. Bu, bir günlük ziyaretçi sayısı açısından erişilmesi/aşılması güç bir rekordur.
Bir rastlantı mıdır? Sanmıyorum. Kitap, bir bilgi kaynağı olduğu kadar karanlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanların sarıldıkları bir meşaledir. Karanlık güç odakları kitapları kendilerine doğrultulmuş birer “silah” olarak görürler. Bu nedenledir ki karartma öncesi başlatılan “mıntıka temizliği” sırasında ilk önce kitaplar yasaklanır, toplatılır, yazarlar tutuklanır. Gazeteler, televizyon kanalları karanlık tehlikesine karşı direnen “karşıt unsurlardan” arındırılır.
Türkiye böyle bir dönemden geçmektedir.
İzmirli, Egeli kitapseverlerin kitaplara ve yazarlarına olan ilgi yoğunluğundaki artış, bu açıdan bakıldığında dönemin getirdiği olumsuzluklara karşı bir tepkidir.
***
İzmir, insanlarının yaşam biçimi bakımından özel bir kenttir. İzmirli, kadını ve erkeğiyle özgürlüğünden de, seçtiği yaşam biçeminden de ödün vermez. Bunları tehlikede gördüğünde direnir. Şu sıralar kentte dillerden düşmeyen bir slogan vardır: “İzmir Aziz’dir, Aziz kalacak!” Bu sloganla kastedilen “Aziz”, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’dur.
Bilindiği gibi Sayın Kocaoğlu İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak” suçlamasıyla tutuksuz olarak yargılanmaktadır. “Örgüt üyeleri” ise bir bölümü tutuklu bulunan belediye bürokratlarından oluşmaktadır. Sayın Kocaoğlu için savcılık 34 ayrı “suçtan” 397 yıl hapis cezası istemektedir.
Kentin deneyimli, donanımlı hukukçularına göre savcılık iddianamesindeki suçlamalar “içi doldurulamayacak laf kalabalığıdır.”
AKP yandaşları dışında, farklı siyasal görüşlere sahip ve sözlerine güvenilen birçok insanın ortak görüşü ise bu davanın Aziz Kocaoğlu ve çalışma arkadaşlarının kişiliğinde İzmir’de Cumhuriyet Halk Partisi’ni yıpratmaya, itibarsızlaştırmaya yönelik siyasal “harekâtın” bir parçası olduğu yönündedir.
Bilindiği gibi AKP, “gâvur İzmir’i” gâvurluktan kurtarma kararındadır. Ne var ki ne yerel seçimlerde ne de genel seçimlerde başarılı olabilmiştir. Şimdi bu yol denenmektedir. Fakat İzmir’de taksi şoföründen garsonuna, öğretmeninden liman işçisine, ev kadınından emeklisine her kesimden insan, bu yolun da sökmeyeceği görüşündedir. Tam tersine, İzmirliler geçen yerel seçimlerde yüzde 55.2 oranında oy alan Aziz Kocaoğlu’nun 2014 yılında yapılacak seçimlerde bu oranı yüzde 60’ın üzerine çıkaracağını söylüyorlar.
Ne demişler? “Her kuşun eti yenmez!” Doğru. Türkiye’nin aydınlık yüzü İzmir’inki ise hiç yenmez.
Yorum Gönder