Gazetecilik yaşamımda 30. yılıma yaklaştım.
Doğan, Uzan ve İhlas dahil 6 ayrı gurubun Ankara temsilciliğini, haber müdürlüğünü, yazarlığını ve televizyon programcılığını yaptım.
30 yıl sonra bugün itibarı ile medya ile ilgili hükmüm şudur:
ANAP’tan bugüne geneli itibarı ile Türk medyasının ne bir fikri, ne bir duruşu, ne bir ilkesi ve hatta ne de bir namusu kalmıştır.
Bugünkü yazımda Türk medyasını anlamanız için yaşadığım birkaç anekdotu paylaşacağım.
Washington’da Che Guevara pozları takınanlar
Yıl: 1990’lı yılların ortaları.
Cumhurbaşkanı Demirel’in ABD seyahatlerinden birinde seyahate katılan gazetelerin Ankara Temsilcileri ile Washington’da öğle yemeğine çıkıyoruz.
Tesadüf ya gittiğimiz restoranda bizim gibi Demirel’in heyetinde olan ünlü işadamı Nurettin Çarmıklı yemek yiyor ve bizi görünce masasına davet ediyor!
Kalabalık olduğumuz için masasına sığamıyoruz ve yanındaki masaya oturuyoruz.
Bir süre geçiyor Nurettin bey “Çocuklar afiyet olsun” deyip kalkıyor.
Bilahare biz de karnımızı doyurup hesap istiyoruz.
Garsondan cevap: Mr. Çarmıklı hesabınızı ödedi.
Bizim guruptan başta Fatih Çekirge ve Bilo lakaplı Bilal Çetin olmak üzere pek çoğunda bir feveran bir feveran!
Niçin mi?
Kapitalist ya da para babası Nurettin Çarmıklı nasıl olur da bizim hesabımızı ödermiş! Bağımsız ve onurlu bir gazeteci burjuva önderinin yemeğini yemezmiş!
Şaşırdım çünkü arkadaşların her biri adeta Bolivya dağlarından ruhu gelen Che Guevara pozlarını takınmıştı.
Önce izah ettim:
- Beyler hatırlayın Nurettin Bey’in önce masasına gittik, sığamayancı yanındaki masaya oturduk. Malum biz de adettir masanıza gelenin hesabı ödenir. Nurettin Bey hepimizden en az 25 yıl büyük yani ağabey ve hatta amcamız hüviyetinde. Kendisi benim memleketlim, iyi tanırım, art niyeti olamaz. Yaptığı şey bizi satın almak değil, gurbette yemek ısmarlamak. Uzatmayın bırakın artistliği!”
Fehmi Koru kollarını sıvadı!
Dinletemedim.
Gurubun tamamı sol kültürden geliyor ya, lafla esip gürlüyorlar ve mangalda kül bırakmıyorlar ve ısrarla, “O burjuva nasıl bizim yemek paramızı öder” diyorlar.
Tepem attı ve saydırdım: “Ulan hepiniz patronlarınızın gazetecilik dışı şirketlerinin işlerini takip edip çok uluslu kartellerin keyifli davetlerine koşar, MNG’nin bedava Ankara Kulübü üyeliği kartını cebine indirirken ilkeli olmak, burjuva - kapitalist ya da para babasına eğilmek demezsiniz ama iş lafa yani istismara geldi mi masum bir yemek ısmarlamayı bahane edip uçarsınız. Hadi oradan ideoloji bezirgânları!”
Tepkileri mi?
Tıssssss!
İkinci anekdot:
Yıl:1995.
Fehmi Koru TGRT’de program yapmak istiyor ve bunun için merhum Yalçın Özer’in araya girmesiyle Enver Ören ile görüşme adına Ankara bürosuna geldi.
Görüşme öncesinde Enver Bey, “Ben namaz kılmadım, kılayım geleyim” dedi.
Baktım Fehmi Koru anında kollarını sıvadı ve “Efendim ben de kılmadım, siz imam olun beraber kılalım” demez mi?!
Sinirlendim ve Koru’ya döndüm: “Fehmi, seninle defalarca yurt dışı seyahatine gittik. Günlerce beraber olduk ve bir kere olsun namaz kıldığını görmedim. Şimdi program kapmak için mi namaz kılacaksın! Allah’tan kork!”
Fehmi kıpkırmızı!
Nazlı’dan ‘Ben senin yalakanım’ haykırışı!
Üçüncü anekdot:
Yıl:1996.
Dönemin Başbakan’ı Mesut Yılmaz’la Başbakanlık uçağı ile Almanya’ya uçuyoruz.
Uçakta benim dışımda gazeteci olarak Mehmet Ali Birant, Sedat Ergin ve Yalçın Doğan var.
Nazlı Ilıcak o uçuşta herkesin duyacağı şekilde aynen şu sözü ediyor: “Mesut Bey ben sizin yalakanızım ve bunu meslektaşlarımın yanında söylüyorum.”
Hepimizi dehşete düşüren bu sözü bilahare Mesut Yılmaz bana şöyle tercüme etti: “Nazlı Hanım oğlu Mehmet Ali Ilıcak için akıl almaz şeyler istiyor. Onun için yalakanım diyor.”
Peki sonra mı?
Mesut Yılmaz istenilenleri yerine getirmeyince ve Mehmet Ali Ilıcak anında Özer Çiller’e park edince Nazlı Ilıcak Yılmaz’ı hedefe oturtuyor!
4 gazetecinin tanık olduğu ve yazdığı bu olay Nazlı Hanım için ilk kırılma değil!
12 Eylül sürecinde dik duran Nazlı Ilıcak önce Özal ile boğuştu, akabinde Mehmet Yazar’ın hatırına çok yakını olan Demirel’i çiğnedi, sonrasında ise oğlu Mehmet Ali için önüne gelen güç merkezine biat etti!
Nazlı Hanımın bugünkü Cemaat övgüleri ve sözde Ergenekon karşıtlığı oğlu Mehmet Ali’nin Veli Küçük’ün çok yakını olması ve o sebeple başına bir şey gelmesin diyedir… Ilıcak’ın Ergenekon sanığı İbrahim Şahin için geçmişte yazdığı övgü dolu satırlar arşivlerdedir.
Keza Aydın Doğan’ın bir dönem adını bile duymaya tahammül edemeyen ve onun hakkında karalama kampanyaları yapan Nazlı Ilıcak bugün Doğan’la kader birliği noktasında!
Evet, Nazlı Ilıcak’taki bu seyir ya da savrulma bugünkü medyayı ve ilkesizliğini kanıtlayan ibretlik olaylardan biridir.
Patronlar ya umacak ya korkacak!
Peki, medya patronlarının durumu mu?
O fasla hiç girmeyelim zira onların tamamına yakını tüccar olduğu için gazeteciliği çıkarları gereği yapıyorlar yani gazetecilik onlar için amaç değil araçtır. Türkiye’de maalesef devletle iş bağlamak ve siyasilerin üstünde etkili olmak için gazetecilik yapan ve her yıl milyonlarca doları sübvanse adına medyaya kanalize eden çok sayıda medya baronu var ki onların kim olduğu ortadadır! Dolayısı ile böyle bir medya yapılanmasından özgür bir iletişim ikliminin tezahürü eşyanın tabiatı gereği zaten mümkün değildir.
Evet, anekdot ve örneklemelerim o kadar çok ki bunu gazetedeki sütunuma sığdırmam mümkün değil!
Tayyip Erdoğan’a sövenlerin şimdi onu baş tacı etmeleri ve F Tipini Cumhuriyet’ten Hikmet Çetinkaya misali onlarca yıl dövüp şimdi onlarla sarmaş dolaş olanların listesini sıralasak buraya sığmaz!
Hülasa siz siz olun Türk medyasının çok büyük bölümünde özellikle de sermaye yani patron bağlamında zerre ilke ve inanç aramayın!
Medya baronları iki şeye boyun eğer!
Birincisi ummak, diğeri de korkmaktır!
Başka bir anlatımla bugünkü Türk medya sermayesi çıkara ve sopaya iman eder!
Peki, biat edenler mi dediniz?
Emin olun biat edenler bile çıkarlarını Yüce Yaradan ambalajı ile kolluyorlar!
Kuşkusuz bu bir genellemedir ve yukarıda belirttiğim gibi savrulma ve yozlaşma ağırlıklı olarak sermaye ve yönetim düzeyindedir. Basınımızda özellikle yazar bağlamında hala belli bir duruşu ve ilkesi olanlar elbette vardır!
Yorum Gönder