Sevgili okurlarım, perşembe günkü yazımda Türkiye’deki “Takla Kültürüne” dikkati çekmiş ve iktidarın “İleri Demokrasi” diye nitelediği rejimimize “Takla Demokrasisi” mi denmesi gerektiğini sorgulamıştım.
Bugün bu “Takla Demokrasisi” kavramı üzerinde durmak istiyorum.
***
“Takla Demokrasisi”nin altında yatan “Takla Kültürü”nün temelleri Osmanlı’ya dayanır:
Bilindiği gibi Osmanlı devlet yapısını Batı imparatorluklarından ayıran en önemli özellik, feodal beylerin yokluğudur…
Batı’da imparatordan aşağı doğru inen asalet unvanlarıyla belirlenen feodal hiyerarşi, Osmanlı’da görülmez…
Çünkü Osmanlı’da bütün toprakların sahibi padişahtır!
Oysa Batı feodalitesinde beyler, kendi toprakları üzerinde mülkiyet, vergi ve bakireler üzerinde ilk gece hakkına sahiptir…
Ayrıca tarım işçileri de beyin kölesidir.
Birbirleriyle amansız bir savaş içinde olan beyler, bir köle bir beyden ötekine kaçtığında, düzen bozulmasın diye onu ya asar, ya da assın diye kaçtığı beye iade eder!
Değerli tarihçi Prof. Halil İnalcık’ın dediği gibi:
Batı feodalitesinde, bireyin toplumsal ve ekonomik konumu, onun devlet karşısındaki yerini belirler…
Osmanlı’da ise tam tersine, bireyin devlet karşısındaki yeri, onun toplumsal ve ekonomik statüsünü tayin eder.
Devletin en üst düzey yöneticisi olan sadrazam bile padişahın kuludur, bir anda kellesi gidebilir!
İşte dalkavukluğun temelinde bu yapı vardır.
“Dalkavukluğun” toplumsal ve siyasal sahnedeki yansımalarından biri de “Takla atma ve attırmadır”.
Türkiye, henüz din-tarım kültürünün kalıntılarını temizleyemediğinden, bırakın ‘Bilişim Devrimi’nin değerlerini, ‘Endüstri Devrimi’nin değerlerini bile henüz özümleyemediğinden, bu “dalkavukluk” geleneğinden kurtulamamıştır.
***
Politikacı-seçmen ilişkisindeki “Takla Demokrasisi”.
Politikacı, seçilene kadar seçmenin karşısında takla atar…
Seçildikten sonra seçmene takla attırır!
Seçmen, aday politikacıya, karşısında takla attırtır…
Seçtikten sonra onun karşısında takla atar!
Çünkü “Takla kültürü” ile yetişen birey ya takla atar, ya da takla attırır.
Bu “Takla Demokrasisi”nin arkasında “Al gülüm, ver gülüm” ilişkisi yatar:
Bu ilişki elbette ekonomik çıkarlara göre yürüdüğünden, demokrasi, şeffaf yönetim, temel insan hak ve özgürlükleri gibi kavramlar da güme gider…
Pastayı yağmalayanlar, sağa sola dağıttıkları küçük parçacıklarla ve din gibi, milliyet gibi mukaddes değerlere bağlı ideolojilerle geniş kitleleri uyutur.
***
“Takla Demokrasisi”nin iğrenç bir ürünü: “Muhbir Dalkavuklar”!
Ne yazık ki, din-tarım kültürü ile endüstri kültürü ve bilişim kültürü arasındaki bu geçişli ve karmaşık değerler yapısı, tam bir yozlaşmaya yol açmış, pastadan verilen payların biraz arttırılması sonunda, özellikle medyada ödüller büyümüş, ortaya “Muhbir Dalkavuklar” çıkmıştır!
Bunlar efendilerine “Dalkavukluk” etmekle yetinmezler…
Pastadan kendilerine düşen payları biraz daha arttırmak amacıyla, “kraldan çok kralcı” bir anlayışla, efendilerine hizmet etmek için her türlü ahlak anlayışını bir yana bırakarak, kendilerince “durumdan vazife” çıkarırlar…
Efendilerine biat etmeyenleri, hele hele onları eleştirenleri karalamak, olanaklı ise hapse attırmak için her türlü melanete, iftiraya başvururlar.
Şu anda medyada yazılıp çizilenlere, söylenenlere bakın düzinelerce örnek bulacaksınız!
“Takla Demokrasisi” kendine uygun bir “Taklacı Medya” da yaratmış ve bu iki fenomen birbirini desteklemeye, beslemeye başlamıştır.
Islahı zordur ama olanaksız değildir…
Düzeltmeye, takla atmayarak ve takla attırmaya çalışmayarak başlayabiliriz!
Yorum Gönder