Suriye’nin Zaman ve Denge Kozu - Mustafa Balbay

Suriye’ye ilişkin gelişmeler iki elin parmaklarını aşan bir boyut kazandı. Esad yönetiminin geçmişine,
uluslararası hale gelmiş sorunları zamana yayma becerisine baktığımızda şaşılacak bir durum yok.
1980’li, 90’lı yıllar boyunca su paylaşımı ve teröre ilişkin Suriye ile yaşadıklarımızı dikkate alarak bugüne bakmakta yarar var.
Dicle, Fırat ve Asi ırmaklarının suyu için Şam’la yürütülen müzakereler anlaşmalarla sonuçlansa bile hep çözümsüzlük getirmişti. Suriye yerine göre Arap Birliği’ni de arkasına alarak Dicle ile Fırat’ın matematiksel, Asi’nin ise kişisel paylaşımını istiyordu. Zira Asi Lübnan’dan doğup en uzun yolculuğunu Suriye içinde yaparken Türkiye’den, Hatay topraklarından denize dökülüyordu! Bu durumda Asi’yi istediği gibi kullanabilirdi. Hatay’ın haritadaki yeri kendince belliydi!
Türkiye bu garipliği uluslararası alanda anlatmakta zorlandı.
Terör konusunda da benzer paradoks devam etti. Suriye ile PKK terörüne karşı ilk işbirliği anlaşmasını 1987’de imzaladık. Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasını 1998’de sağlayabildik.
***
Bugüne gelirsek...
Girişte vurguladığımız çok boyutun Türkiye yanında tam bir dalgalanma var. “Sabrımız taşıyor”, “Zulme sessiz kalınmaz”, “Bizi zorlama” gibi ağır sözlerin ağırlığı hissedilmiyor. Sanki ezberlenmiş bir rol tekrarını izliyoruz.
Suriye’den gelen “kaynağı belirsiz” haberlere dayanıp “Suriye halkı kırılıyor” yorumları yapmak, geçmişteki “medya birliklerine dayalı operasyonları” anımsatıyor.
Gerilimin tırmanması halinde Türkiye’nin nasıl bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalabileceğinin ipuçlarını görüyoruz. Böylesi göç dalgalarında ne yaparsak yapalım kendimizi beğendiremeyiz. Bu konuda da Irak örneğine bakmakta yarar var. 500 bin kişi kapımıza dayanmış, AB ve ABD bunlardan doktor, mühendis gibi nitelikli olan birkaç binini alıp kalanları bize bırakmıştı. Sonra da “Türkiye krizi yönetemedi” demişti. 1990’ların başındaki bu krizin ardından terör sorunumuz daha da artmıştı.
O dönemde Suriye’nin terör örgütüne verdiği desteğin başlıca koşulu şuydu:
“Benim topraklarımda terör faaliyeti yapmayacaksın. Benim topraklarımdaki Kürtleri bana karşı kullanmayacaksın.”
Bugün bu sorunlar çok geride mi kaldı ki, Suriye’ye karşı “atış serbest” politikası izliyoruz.
***
Başlıca uluslararası aktörlerin durumu ne?
Amerikalı yazarların Ortadoğu ülkeleri söz konusu olunca dile getirdikleri bir görüş var.
Şöyle özetleyebiliriz:
“Ortadoğu’da bundan sonra yaşanacak değişimlerin tümü ülkelerin kendi içinden çıkacak hareketlerle biçimlenmeli. Biz o hareketlere omuz veririz, yönlendiririz. Başarırlarsa kendileri gerçekleştirdiği için korurlar. Başaramazlarsa, bizi bu hale siz getirdiniz, diye suçlamalara girişmezler.”
ABD’nin Suriye politikası yukarıda aktardığımız anlatımla özdeşleşiyor. Başkan Obama’nın, “Kasımdaki seçime kadar ben yokum” açıklaması şöyle de okunabilir:
“Ben hiçbir zaman doğrudan bu işin içinde olmayacağım.”
Annan faktörünü de yabana atmamak gerek. Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği özel temsilcisi Annan, BM Genel Sekreterliği döneminde ipi kolay kolay elden bırakmayan bir kişilik sergilemişti.
Annan, Rusya ve Çin’in bu tür lastikli sorunlara nasıl baktığını, krizi çözmek yerine krizi yönetmek politikasını nasıl uyguladığını da biliyor.
Görünen tabloda Rusya ve Çin’in Türkiye’nin görünen çıkışlarına paralel düşünmesi, BM Güvenlik Konseyi’nden bu yönde karar çıkması çok zor.
Zor ama, Rusya ve Çin gibi ülkeler kendi çıkarlarına yönelik önemli bir ödün karşılığında ABD-NATO politikalarına sessiz de kalabilirler.
Dileriz güneyimizde ikinci bir Irak yaratılmaz.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget