23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun
Sevgili okurlar; bugün yine çok önemli bir günü kutluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve demokrasisinin ilk adımı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi 92 yıl önce Mustafa Kemal’in önderliğinde bir avuç vatansever tarafından atılmıştı.
Diktatör(!) Atatürk
Ne yazık ki bugün bir kısım Türkiye sevgisizi Cumhuriyet’in ilanını ve devrimleri karalamak için Atatürk’e açıkça dil uzatmaktan çekinmiyor, Atatürk’ü “diktatör” olarak tanımlamayı “demokratlık” gereği gibi sunmaya çalışıyor. Çok yazık.
Ne diktatörü?
Oysa farkında olsalar da söylemiyorlar; O Atatürk 620 yıllık bir imparatorluğun küllerinden yepyeni bir devlet yaratıp, padişahın kulu olan milyonları devletin sahibi birer vatandaş haline getirmiş ve bugün vardığımız demokrasinin temelini atmıştı.
Diktatör olsaydı
Atatürk ve bir avuç vatanseverin kurduğu yeni Türkiye Cumhuriyeti, eğer bir diktatörlük olsaydı, araya giren ve 60 milyon insanın ölümüne yol açan İkinci Dünya Savaşı dâhil 23 yıl içinde çok partili hayata geçebilir miydi? Bunlar diktatörlük görmemiş.
1900’ün ilk yarısı
Birinci Dünya Savaşı imparatorlukların bitirildiği büyük savaştır. Avrupa’daki hemen bütün imparatorluklar ve krallıklar yıkılmış yerlerini üniter nitelikli ve ulusa dayalı devletler almıştı. Türkiye Cumhuriyeti de bu anlayışla kurulmuştu.
Misak-ı Milli
Atatürk bu büyük savaşın sonunda dünyada kurulan yeni dengeleri elbette biliyordu. Ancak Sevr ile sadece iç Anadolu’ya sıkıştırılmış Türkiye’yi kabullenmenin mümkün olmadığı da ortadaydı. Misak-ı Milli sınırları böyle çizildi.
Kurtuluş Savaşı
Yeni devletin Osmanlı’nın eski sınırlarına asla kavuşamayacağı elbette çok açıktı. Ama en azından Anadolu’nun tamamı ve İstanbul mutlaka kurtarılmalıydı. Kurtuluş Savaşı işte bu anlayışın sonucudur. Emperyalizme ders verilmiştir.
Avrupa’ya bir bakalım
Aynı dönemde Avrupa’da sınırlar bu kez kesin hatlarla yeniden belirlenmişti. Ancak kıtanın emperyal güçleri yerine yükselen değer faşizm olmuştu. İtalya, Portekiz, İspanya ve Almanya birer birer faşizmin egemenliğine girdi. Demokrasi yoktu.
Aynı dönem Türkiye
Türkiye ise Atatürk’ün önderliğinde faşizme uzak durdu. Atatürk sınıf tahakkümüne dayanan komünizmi benimsemediği gibi şiddetli bir disiplini öngören faşizme de hiç prim vermedi. Onun hayalinde çok partili bir demokrasi vardı.
O kadar kolay değil
Ancak padişahın kulluğuna alışmış, üstelik dini hassasiyetleri ağır basan bir toplumu bir anda demokrasiye geçirmenin güçlüğü de ortadadır. Atatürk bu nedenle öncelikle yeni devletin kurumsal temellerini atmaya çalıştı. Laikliği çok önemsedi.
Türkiye laik olmalıydı
Demokrasinin temel dayanağı laikliktir. Aksi takdirde demokrasinin yaşatılması, özgürlüklerin içe sindirilmesi, çağa ayak uydurulması ve uygarlık yolunda büyük adımlar atılması mümkün değildir. İşte Atatürk’e bu nedenle saldırıyorlar.
Avrupa faşizmi
Avrupa’nın yarıdan fazlasının faşizme yönelmesi, elbette Türkiye’deki demokrasinin hızlı gelişmesine de engel olmuştur. Özellikle Alman faşizmi, kapitalizmin beşiği Amerika’da bile sempati toplarken Türkiye’nin işi kolay olur muydu?
Demokrasi için savaş
Buna rağmen Türkiye büyük badirelerden geçerek devletini kurumsal hale getirebildiği gibi demokrasisini de kurmayı başardı. Elbette ilk başlarda çok ideal olmasa da verilen mücadeleleri kimse yadsıyamaz. Türkiye 1950’lere alnının akıyla geldi.
Demokrasiden hiç sapılmadı
Geçmişe dönüp baktığımızda, kimi darbeleri bahane ederek demokrasi yolunda büyük acılar çektiğimizi ve büyük bedeller ödediğimizi söylemek gerek. Ancak gerçek olan şudur ki, her şeye rağmen hiçbir zaman demokrasiden vazgeçmek düşünülmedi.
Bugünkü demokrasi
Türkiye’nin gençlerinin ve önemli bir AKP’li kesimin sandığı gibi demokrasi konusunda önemli adımlar şu son 10 yılda atılmadı. Olan sadece Avrupa Birliği uyum yasalarının kabul edilmesi, bunun adeta beyin yıkar gibi propagandasının yapılmasıdır.
Yalan söylüyorlar
Medyada hâkim olan sesler son 10 yılda demokrasi yolunda büyük adımlar atıldığını söylüyor. Dayanakları ise her gün bir generalin tutuklanması. Oysa askerlerin tutuklanabilmesi demokrasinin değil, iktidarın güçlü olduğunun göstergesidir.
40 yıl öncesi
Bazen 40 yıl önceki demokrasimizin daha mı iyi olduğunu düşünmeden edemiyorum. NATO’nun ordumuza biçtiği “Komünizmle mücadele” görevine rağmen müthiş bir demokrasi savaşı verilebiliyordu. Bugünkü rahatlığımızı o günlere borçluyuz.
Bugün mücadele yok
O geçen yıllar içinde pek çok kişi eziyet çekti, ağır beller ödedi, ama demokrasi hiç gerilemedi. Bugün ise demokrasi nutukları atanlar aslında iktidara payanda olmaktan başka bir şey yapmıyor. Demokrasiyi sulandırıyor, yozlaştırıyor, ayağa düşürüyor.
Yeni demokrasi tarifi
Bugünkü çığırtkanların demokrasi tarifi çok basit; dindarsan, türbana destek veriyorsan; hiç sormuyor, iktidarı eleştirmiyor, karşı çıkmıyor, hep baş eğiyorsan, muhalefeti suçluyor, bir parça da Kürt hakları diyorsan demokratsın. Yoksa...
Tek bir soru
Bugün demokrasi nutukları atanlara tek sorum var: “Madem demokraside büyük adımlar atıldı, neden demokrasinin kalesi olan Meclis’in üyeleri tek kişi tarafından belirleniyor?” Mantıklı bir açıklama getirin ben de sizin gibi demokrat olayım.
Demokrasi hep gelişir
Açıkça söylüyorum ki, Türkiye’nin demokrasi sorunu yoktur. Demokrasi bir süreçtir ve her gün gelişir. Diyalektiğin gerektirdiği de budur. Önemli olan insanların demokrasiyi benimsemesi, özümsemesidir. Böyle oldukça korkulacak bir şey olamaz.
Sorunumuz ahlâk
Türkiye’nin asıl sorunu ahlâkidir. Demokrasiye inanmayanların, demokrasiyi bir araç, bir oyuncak gibi kullananların samimiyetsiz ve ahlâksız davranışları kafaları karıştırdığı gibi demokrasinin gelişmesini de kısmen engeller. Bu oyun bozulmalıdır.
Aydın ihaneti
Demokrasilerde asıl güç halktır ama gücün ivmesini o ülkenin aydınları yaratır. Türkiye’de şu anda itici güç olması gereken aydınlar bunu yerine getirmiyor. Daha da ötesi, büyük bir çoğunluğu tam bir ihanet içinde. Ama ne yazık ki sesleri çok çıkıyor.
Geçmişin acıları
Aydınları bu ihanete ve ahlâksızlığa götüren faktörlerin temelinde geçmişte yaşanmış acı olaylar var elbette. Ama bu acılar, Türkiye’nin giderek daha totaliter hale gelmesine seyirci kalmak, hatta buna destek vermek için bahane edilemez.
Bir gün uyanacaklar
Üzülerek yazıyorum ki, ihanet içindeki aydınlar elbette bir gün uyanacaklar. Ama o gün ne hayallerindeki demokrasi kalmış olacak ne de alıştıkları yaşam biçimi. O zaman seslerini çıkarmak isteseler de nefesleri yetmeyecek. İşte bu, büyük acı olacak.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
Yorum Gönder