Ölüm yokmuş duygusu veren bahar güneşinin gönül okşadığı Akdeniz kasabasında bir evde; evimde aldım haberi…
Kasvetli, yağmurlu, soğuk bir İstanbul gününde Meral Okay’ı yitirmişiz…
Cenazeye yetişemeyeceğim ama bulunduğum yer, onu gerçekte en yakınımda hissettiğim anılarla dolu…
Yazı masamın üzerinde örneğin.. Meral’in yıllar önce bana armağan etmiş olduğu bir büyük satranç tahtası duruyor .
O satranç tahtasına baktıkça, aldatıcı bir bahar günü böyle “Şah” deyiveren yaşamı, Meral ve Meral’in bana katmış olduğu tüm zenginlikleri düşünüyorum.
Meral deyince aklıma zaten gelen ilk sözcük “zenginlik” oluyor….
Meral’i tanımak başlı başına bir zenginlikti.
Varlığı ile yaşamı çoğaltan, fark yaratan insanlardandı Meral.
Bazı kişiler vardır, yaşamınıza girdikten sonra aynı olamazsınız.
Mutlaka sizi etkiler ve iz bırakırlar…
Meral onlardan biriydi.
Senaryo-şarkı sözü yazarlığı, dizi oyunculuğu, halkla ilişkilercilik, yayınevi danışmalığı... derken binbir işten bunaldığı bir dönemde; herkesten ve her şeyden kaçmak, uzaklaşmak, bir nebze soluklanmak için buraya, benim yanıma gelmişti...
Kitabın röportajlarını birlikte seçmiştik
2001’in yaz aylarıydı…
Milliyet’ten yeni kovulmuştum.
“Hadi” demişti Meral, “Hadi. Ne duruyorsun? Tam zamanı. Milliyet röportajların kitap olmalı!”
Sabahları burada, şimdi bu yazıyı yazdığım masanın etrafında güle oynaya kahvaltı ettikten sonra, kitaba seçilecek röportajları ve röportajların arka plan anekdotlarını aramızda konuşur; dedikodu yapardık...
Meral sonra denize giderdi.
Günün en sıcak saatlerinde ben eve kapanır, akşam hava serinleyene dek çalışırdım.
Baştan sona benim için Meral Okay anılarıyla özdeşleşen “Annem Batıya Gidin Dedi” isimli kitabım böyle doğdu.
Akşam sonra o bar senin, bu kahve benim.. gezer, birlikte yemeğe çıkardık.
Her gece bir başka balıkçı restoranında Meral ardı arkası gelmeyen projelerini, düşlerini, Anadolu’nun farklı kentlerinde geçen çocukluk yıllarını, annesini, babasını, yaşamından gelip geçen insanları, tanıdığı tiyatrocuları, sinemacıları, reklamcıları, TV yapımcılarını, beraber restoran işlettiği ortaklarını roman tadında bir sohbetle hikâye ederdi...
Olağanüstü gözlem yeteneği vardı.
Ünlü “stand-up”çılara taş çıkartacak ölçüde iyi taklit yapardı.
Gözucuyla bakarken daha, görülmesi gereken her şeyi anında çünkü, karakutuya kaydederdi. Bir kez kaydetti mi de tamam.. bir daha asla unutmazdı.
Meral’in gözlemleriyle, Meral’in muhabbetiyle, Meral’den dinlediğim insanları ve konuları düşünüyorum da.. bu bile meğer ayrıcalıkmış…
İnsan ve insanlarla birlikte olmayı çok severdi…
Ama.. bir o değin sakındığı, kapısını aralamadığı, pamuklar içinde sıkı sıkı saklayıp sarmaladığı bir iç çekirdeği vardı.
Sosyallik, popülarite, başarıdan.. haz almaya haz alırdı..
Ama tuhaf, “çekingen” bir yanı da onu hiç bırakmazdı.
Şöhret fazla üstüne geldiğinde kaçar, ayakları yere basan, sağlam.. “Anadolu kadını” özünden asla ödün vermezdi.
Çarpıcı tezatların insanıydı Meral Okay.
İri cüssesinde büyük incelikler barındırdı…
Hayatımda tanıdığım en güçlü insanlardan biriydi örneğin.. ama güçlü olduğu değin kırılgan olabilirdi.
Hafiflik sever, boşluk kaldırmazdı.
En hoş görmediği ve affetmediği şey de “aptallık”tı.
Pratik ve alabildiğine gerçekçi olduğu denli iflah olmaz bir romantikti.
Yoksa…
“yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
Hamdolsun
Taze mi bitti topik
Canın sağolsun
Amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek
Hamdolsun
Altın baş kadehe yağ gibi dolsun…” tatlılığında dizeler başka nasıl yazılabilirdi?
***
Sevecendi. Dosttu. Akıllıydı Meral Okay.
Yaşadığı sürece bizi ne kadar zenginleştirdiyse, yokluğu da o kadar eksiltecek.
Güle güle benim canım dostum. Güle güle...
Yaşadıkça; anılarımda ve belleğimde hep var olacaksın. Bellek biraz da bunun için, bizi böyle bu denli zenginleştiren insanları yaşadığımız sürece korumak, var etmek, var kılmak için var.
Yorum Gönder