- Küreselleşme şeffaflık ve akışkanlık getiriyor, bu doğru.
- Yeni bir etkileşim yapısı ve işlevsellik doğuyor, bu da geçerli.
- “Bireyin özgürlüğü” öne çıkmış görünmesine karşın, sistemin baskıcı egemenliği güç kazanıyor.
Bu aynen yeni karayollarının, iletişim ağlarının akışkanlığı geliştiren diğer kanalları yaygınlaştırması gibi; ancak bu yeni gelişen küresel yollar, tek yönde işliyorlar .
İktisadi, kültürel ve siyasal egemenlik, askeri dış müdahaleler “küresel sistemin yarattığı” oligarşik düzen (düzensizlik) içinde yürüyor.
Kültür, eğitim, sanat, her şey güçlülerin ve yüksek teknolojiyi yönlendirenlerin denetiminde yürüyor.
- Küçük, geri, az gelişmiş olan toplumlar (ve ülkeler) yığımlı olarak “öteki” durumuna sistematik olarak sokuluyorlar.
- Birey özgürleşmiş gibi görünürken sistemin kıskaçları arasında daha tutsak hale geliyor.
- İktisadi, siyası ya da kültürel olarak oligarşik yapı etkinleşiyor. Sık sık örnek olarak belirttiğim gibi, “birey kafes içindeki kuş kadar özgürlüğe sahip hale sokuluyor”; rafa dizilen ürünlerden birini seçmek zorunda. Raftaki ürünler sistem tarafından belirleniyor. Birey her anlamda “bir tüketici” konumuna sokuluyor, kafesteki kuş kadar özgür.
O halde küreselleşmenin getirdiği şeffaflık, akışkanlık, bilgiye erişilebilirlik, egemen sistem (ve küresel güçler) tarafından belirleniyor.
İdeolojiler yok mu?
Artık ideolojik farklılıklar ortadan kalkmış. Raflardaki malları ABD ve AB ile birlikte Çin ve Hindistan da belirler hale gelmişler. Onlar da sistemin egemen güçleri durumuna dönüşmüşler.
Malların, paranın, kültürün alışkanlığından kimler aslan payını sağlıyorlar? Her alanda pençeleri güçlü olanlar; iktisadi, siyasi, askeri ya da kültürel boyutlarıyla.
Bağımlılığı artanlar
- Türk çiftçisi bugün daha bağımlı hale gelmiş. Tohumdan yetiştireceği ürüne kadar davranışlarını küresel koşullar (sistem) belirliyor.
- Hindistan kendi pamuk ihracatına kısıtlama getirince, dışardaki tekstil sanayicileri çılgına döndüler, elleri mahkûm.
- Eğitimde gencin hangi mesleği seçeceği kendi istek ve yeteneğine bağlı değil; küresel ve yerel piyasaların talebine uymak zorunda, sistemin bir parçası olmuş çünkü.
Küreselleşme, kimi nesnel özellikleri ile türel (homojen) bir yapı oluşturmasına karşın daha çok türel olmayan (heterojen) sonuçlar doğuruyor.
Bazılarını sıralayalım;
- Ülkeler arasındaki farklar artıyor, dünyada paylaşım daha da bozuluyor.
- Şirketler arasında farklar genişliyor; önemli bir bölümü “piyasanın yarattığı haksız rekabet koşulları ile karşı karşıya kalıyor” ve yok oluyor. Ölçek farklarından doğan haksızlıklar yaygınlaşıyor.
- Birey ise sistem ve küresel düzen karşısında bir toz taneciği gibi edilgen ve bağımlı hale gelmiş. Ne iş yapacağı, ne yiyeceği, neye ağlayıp neye güleceği, neyi okuyup neyi okumayacağı, egemen hale gelen sistem tarafından belirleniyor. Açın televizyon kanallarını size söylesinler: Girin internete size göstersinler.
Sistem, sanki bağımsız kurgu yapan bir dev bilgisayar gibi çalışarak devletleri, şirketleri, sivil toplum örgütlerini, bireyin yaşam tarzını belirleyen bir yaptırım gücüne sahip.
Sistem içinde ABD ve Çin bile birbirlerine bağımlı ve muhtaç hale geliyorlar. Rekabet ve kavga etmeleri hiç önemli değil; Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi. Üç büyükler aralarında her türlü rekabet ve kavgayı yaparlar; ama hiçbiri tek başına kalmak istemez; tek başına kaldığı zaman sistem de kendisi de yok olur.
Küresel düzen de bundan farklı değildir; aradaki tek fark sistemin dokusunun insan olmasından kaynaklanır.
Düzenin ya da düzensizliğin devamı çok defa, “kendi dokusu ile beslenmesine bağlıdır”.
Üç bin, dört bin yıllık bilinen insanlık tarihimize geri dönüp baktığımız zaman bugünkü noktaya nasıl geldiğimizi tüm ayrıntıları ile görürüz.
***
Sevgili okurlar; değerli insan, değerli dost Hüseyin Baş da aramızdan göçtü gitti, Allah rahmet eylesin...
Yorum Gönder