AKP Hükümeti’nin baskı, terör ve polis copu aracılığıyla yasalaştırdığı yeni eğitim düzeni, ülkenin sağlı sollu liberalleri ve kimi demokratlarında büyük bir şaşkınlık yaratmış görünüyor. Umarız bu şaşkınlık hayırlara vesile olur.
Nasıl şaşkınlık yaratmasın ki? Bu liberal demokratlarımız Avrupa Birliği’ne girmeyi beklerken, Arap-Vahabi kültür iklimine giriverdiklerini görünce neye uğradıklarını anlayamadılar.
Oysa hiç şaşırmalarına gerek yok. Çünkü AKP-Cemaat iktidarı, insanlığın ilerici birikimine, aydınlanmanın ve Cumhuriyetin kazanımlarına saldırı gücünü, bu liberallerin kendilerine verdiği destekten aldılar.
Çünkü liberallerin AKP-Cemaat iktidarına pek demokratik ve özgürlükçü gerekçelerle verdiği destek, laikliği içselleştirmiş milyonlarca yurttaşın direnme refleksini felç etti. Birinci Cumhuriyetin Soğuk Savaş döneminden kalma baskıcı, despotik ve sola düşman yapısından daha demokratik ve özgürlükçü bir rejime geçmek isteyen geniş bir kitle, bu yalana inandı.
Bugün büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor.
Türkiye’yi demokratikleştireceklerini varsaydıkları ve bu nedenle büyük destek verdikleri AKP-Cemaat iktidarının bir diktatörlük kurduğunu görmenin yarattığı bir hayal kırıklığı bu. Aldatılmışlık duygusunun yol açtığı bu hüsranın kendisi, başlı başına sorgulanmayı gerektiriyor.
Sorgulayalım o halde.
Eğer AKP söz konusu çevreleri aldatmamış olsaydı, diyelim ki AB kriterlerini yerine getirseydi, bu kesimlerin kurulu düzene, küresel kapitalist sisteme, sınıfsal adaletsizlik ve eşitsizliklere pek itirazları olmayacaktı denebilir.
Çünkü Türkiye’de son 30 yıldır, “demokrasi” kavramı ve bu kavramın ima ettiği “değerler” öyle sihirli bir anlam kazandı ki, bunun karşısında durmak neredeyse imkansız hale geldi.
Demokrasi kavramının böyle mistik bir anlam kazanmasında, sadece liberallerin payı yok. Bu akıldışı politik iklimin oluşmasında solun büyük kesiminin temsili demokrasiye yönelik neredeyse bütün eleştirilerini geri çekmesinin daha büyük payı var.
***
Gelelim şaşkınlığın nedenlerine;
AKP kesintisiz 8 yıllık ilköğretimi kaldırıp, üniversite öncesi eğitimi kademeli hale getirerek eğitim düzenini bütünüyle dinselleştiren yeni bir yasa yaptı. Bu yasaya kuruluş kodları, sicili ve siyasal konumu dolayısıyla MHP de destek verdi. Bu düzenleme Cumhuriyetin mimarisi ve onun varlık gerekçesini oluşturan doğrultusunda sert bir kırılma yarattı.
Eğitimin Birleştirilmesi Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) nasıl Cumhuriyetin temelini oluşturan bir eğitim düzeni kurduysa, 4+4+4 diye formüle edilen yeni yasa da İkinci Cumhuriyetin temel kurumlarından birini oluşturacaktır. İkinci Cumhuriyet bir ılımlı İslam rejimi demektir.
Devam edelim; Başbakan Erdoğan ve Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, yeni yasanın çıkarılması vesilesiyle yaptıkları “teşekkür” konuşmalarında, sonucu “millet devletle barıştı” diye açıkladılar.
İşte bu gerekçe onların en büyük yalanıdır. Ortada böyle bir kavga olmadığı gibi, bugün gazetemizin başyazısında da işaret etiğimiz üzere, söz konusu olan şey; siyasallaşmış dinciliğin kendi dar ideolojik tercihlerini bütün ülkeye “milli irade” diye dayatmasından ibarettir.
Çünkü AKP ele geçirdiği devletle kavgalı olan milyonları bu milletin bir parçası olarak görmüyor. Kendisi kavga edince “millet” oluyor, başkaları muhalefet edince “bozguncu” diye yaftalıyor.
AKP ve Erdoğan, kendisine oy vermeyenleri “millet” saymamakta ısrar ediyor. Toplumu bölüyor, bir ulus olarak var olmayı sağlayan bütün birleştirici zeminleri parçalıyor.
Bu tutum Türkiye’yi Iraklaşma ya da Yugoslavyalaşma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Nitekim dün (31 Mart 2012) İstanbul Kadıköy Meydanı’nda toplanan yüzbinlerce Alevi, Erdoğan’a “Sen bizim başbakanımız değilsin” diye seslendi.
İktidar sahipleri, toplumun bilincine ve ülkenin dokularına nasıl bir zehir şırınga ettiklerinin farkında değiller. Ya da farkındalar ve bir iç savaşa hazırlanıyorlar.
***
Tablo açıktır;
AKP, “28 Şubat’ın izlerini siliyoruz” diyerek başarıyla uygulanan 8 yıllık kesintisiz eğitimi yok etti. Bu yapılırken yine aynı ideolojik-politik hile yapıldı ve başarıyla uygulanan kesintisiz 8 yıllık eğitim okullaşma oranını arttırdığı halde bir baskı ya da dayatmaymış gibi gösterildi.
Bütün eğitim düzeni imam hatipleştirildi. Artık imam hatiplerin orta kısımları yeniden açılıyor. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in hayatı bütün okullarda seçmeli ders oluyor.
Cumhuriyet camiye teslim oldu. Artık bu eğitim düzeninden eleştirel akla sahip, sorgulayıcı, pozitif bilimlere inanan gençlerin yetişmesi imkânsız olmasa bile çok zordur.
Mahalle imamları okullarda ders verecek. Kur’an-ı Kerim derslerinde kız öğrenciler başlarını örtecek. Böylece ilkokullar da dâhil bütün eğitim kurumlarına da türban girmiş olacak.
Ortada bir demokratikleşme değil, faşizan bir din devletinin kuruluş çalışmaları vardır. Bugün İslamcılar tarafından kullanıldıktan sonra buruşuk bir peçete gibi kenara atılan liberallerin şaşkınlığının nedeni budur.
Ancak yeni Eğitim Yasası’nın başarılı ve uzun ömürlü olmasına imkânı yoktur. Çünkü, yaklaşık 200 yıla yayılan Osmanlı-Türk modernleşmesi ve aydınlanmasını tasfiye etmeye çalışan bir karşı devrim hamlesinin tarihsel bakımdan böyle bir gücü yoktur. Bu, geçici bir zaferdir. Dahası yenilgiden de beter zaferidir.
Bilinir, Antik Çağda Spartalı Komutan Pirus, Atinalılarla yaptığı kanlı bir savaşı kazandıktan sonra savaş alanını gezerken, “Tanrım bana bir daha böyle bir zafer verme” diyor. Çünkü kazandığı zafer yenilgiden daha beter ve yıkıcıdır. Pirus, bu zaferden sonra kendisini toparlayamayacak ve iktidarını kaybedecektir.
Erdoğan bilime, yaşamın dinamiğine, insan doğasına ve tarihin akışına karşı savaşmaktadır. İnsan aklını bir önceki çağa iade etmek isteyenlerin kalıcı bir zafer kazanmalarına imkân yoktur. Tarihin akışını 4+4+4 denklemiyle durdurmak olanaksızdır.
Erdoğan, 2012 Türkiye’sinin Pirus’u olacaktır. Bunu hep birlikte göreceğiz.
Yorum Gönder