Hüzün Hep Yanı Başımızda - Işıl Özgentürk
Özellikle pazar günleri insanların keyfini kaçırmak, hiç istemediğim bir şeydir. Ama yazarların da kötü günleri vardır, artık akraba kadar yakın olduğumuz için (ben öyle düşünüyorum) biraz keyfimiz kaçacak.
Uğursuz bir salıdan söz edeceğim. Bu gazetenin güzelim kızları, Nilgün ve Zeynep, Meral Okay için öyle içi dolu, öyle güzel yazdılar ki, bana ne kaldı diye düşünüyorum. Üstelik Doğuş Üniversitesi’nde dersim olduğu için cenazeye gidemedim ve aynı saatlerde erkek kardeşimin ileri derecede kanser olduğunu öğrendim. Bu da yetmedi, başım döndü ve düştüm. Şimdi sağ gözümde bir bandaj, bu yazıyı yazmaya çalışıyorum.
Yani acı bu kadar mı şiddetle gelir?
Boş verin, benim gözüm bir süre sonra geçer, kardeşim için var gücümüzle bir karaciğer arıyoruz, ama Meral öldü.
Onu hastanede hiç görmek istemedim, çünkü o benim için neşenin, mizahın, hayatla dalga geçmenin ta kendisiydi. O zamanlar Yaman da yaşıyordu ve buluştuğumuzda her dakika eğlenirdik. Barlarda, yemek yediğimiz lokantalarda hiç sevmediğimiz biri gelir ve sohbetimize katılmak isterdi, işte o zaman Meral içimizde en cesur olduğundan o kişiyi öyle bir dalgaya alırdı ki, gelen geldiğine pişman olur, on dakika içinde masayı terk ederdi. Zaten kardeşim o masada ne işin var, çünkü o masada hayatımıza dair en mahrem şeyleri konuşur, kendimizle dalga geçerdik. Senin ne işin var orada?
Şimdi gülmek geliyor içimden, Meral, Halil Ergün ve ben bizim evdeydik. Önce tangoyla başlayıp sonunda en koyu arabeskle biten bir geceydi. Halil tek erkeğimiz olduğu için bir senle dans ediyor, bir benle. Sonunda komşular bizi uyarmıştı, saat sabahın beşiydi. Bizdeki enerjiye bak, eh o zamanlar çok gençtik.
O gün ne acılı bir gündü, senaryosunu yazdığım Balalayka filmi için film ekibi Batum’a uçuyordu, ama filmin baş oyuncusu Kemal Sunal, uçakta çok ciddi bir kalp krizi geçirdi ve öldü. Yönetmen Ali Özgentürk de fenalaştığı için acele Amerikan Hastanesi’ne yatırıldı. Onun yanı başına giden ilk sen oldun, bir zamanlar aynı hastanede kimsesiz yatarken başucuma geldiğin gibi.
Sonra hastanenin kafeteryasına geçtik, birbirimizin elini tutarak öylece durduk. O anı hiç unutamam, çok sevdiğimiz bir sanatçı ölmüş, film yönetmeni de baygın yatıyor. Sen her zaman çok metindin, Yaman’ın ölümünü yaşamıştın, daha doğrusu hep birlikte yaşamıştık. Ben sulu gözlüyüm ya ağlamaya başlamıştım. Sen “Işıl” dedin, “sana yeni ad koydum, bundan böyle senin adın Işıl Üzgüntürk olacak!” Ben gülmeye başladım, sonra hep birlikte Ali Özgentürk’ün hâlâ baygın yattığı odaya girdik, doktor “Elimizden geleni yapıyoruz, merak etmeyin” dedi ve birbirimize sarılarak odadan çıktık.
Bu kadar kâbus yeter. Kız sen düğününde ne kadar güzeldin, o krem rengi Fransız danteli elbiseyi nereden bulmuştun? Tamam hatırladım, sana sorduğumda “Annemin sandığından” demiştin. Ne güzel bir düğündü ve sen ve Yaman ne kadar güzeldiniz, ben hep sizi öyle hatırlayacağım.
Dur şimdi bunu anlatmadan geçemem. Sen bunu öyle güzel anlatırdın ki, bakalım ben o kadar güzel anlatabilecek miyim?
Asmalı Konak’ın finaline yaklaşılıyor ve ekip olarak siz otobüstesiniz, otobüs mola veriyor ve çevrede ne kadar kız, kadın, erkek varsa senin yanına doğru adeta bir ordu gibi ilerliyor; dertleri Asmalı Konak nasıl bitecek? Sen birden “Aman Tanrım” diyorsun “ben bir yerlere kaçmalıyım”. Allah’ın mola yerinde kaçacak tek bir yer var, tuvalet. Hemen fırlıyorsun, kapıyı da kapatıyorsun, bekliyorsun. Ama Asmalı Konak’ın sonunu bekleyenler, vazgeçmiyorlar, neyse ki cep telefonun yanında, hemen set amirine telefon ediyorsun ve ordunun oradan gönderilmesini istiyorsun, ama epey zaman geçiyor, set amirinden telefon geliyor: “Meral abla çıkabilirsin, herkesi otobüslerine teker teker bindirdim.”
Ve ben sana diyorum ki: “Şöhret olmak kolay mı, bu işin cefası da var.”
Kahkahayı basıyoruz.
Her zaman dostum, sevgilim, Sezen Aksu’nun kıymetlisi ve Türkiye’nin en sevilen insanı, hoşça kal.
Beni gözümdeki bantla görsen ne derdin, bunu hep merak edeceğim.
Yorum Gönder