Yazılar, kitaplar, diziler, filmler, oyunlar, şiirler hatta şarkılar...
Yıllar geçiyor daha çok kitap yazılıyor, daha çok film çekiliyor, daha çok dizi oynuyor ama değişen fazla bir şey yok.
Yine bütün bunlar fazlasıyla ciddiye alınıyor, yine birileri bir şey yazdı diye tehdit ediliyor, hedef gösteriliyor, hakaretlere maruz kalıyor...
Bizim filmlerde, dizilerde, bir doktor yanlış iş yapsa doktorlar ayağa kalkar, fırıncı sahtekâr olsa fırıncılar ayağa kalkar, polis üçkâğıtçı olsa kıyamet kopar...
Sanki bunlar hiç olmazmış gibi.
Tarihi film yapsanız, önüne gelen konuşmaya başlar, o öyle değildi, bu böyle değildi...
Bir leğenin içinde deniz savaşları yapılan bir sanat dalından söz ettiğimizi bir türlü öğrenemeyecek miyiz?
***
Bunlar yetmez.
Sen kitabında buna laf ettin, sen filminde şuna hakaret ettin, sen padişahı şöyle gösterdin diye de bozulan çıkar.
Sanırsın padişahın torunu...
Çünkü ciddiye alınır her şey. Soyutlama yeteneği olmayan bir toplum olarak gerçekle kurguyu birbirinden bir türlü ayırt edemedik gitti...
Bırakın kurguyu, belgesel bile onu yapan kişinin bakış açısına göre değişir. Tarih kitaplarının hangisinin yüzde yüz doğru olduğunu söyleyebilirsiniz? Tarihi, yaşandığı gün kaleme alanların bile ne derece taraflı olduğunu nasıl bilebilirsiniz artık?
Ama sinema, roman böyle şeyler de değil.
İşin içine olmadık entrikalar sokmadan, aşk hikâyeleri koymadan, abartıya kaçmadan, kahramanlar yaratmadan yapamazsınız.
Erol Taş’ın kötü adam olduğu yıllarda sokakta yürüyemediğini, “Vay sen o kıza tecavüz mü ettin, rezil adam” diye sopalanmaya kalkışıldığını dinlerdik çocukken.
Sonra yıllar geçti, bir dizide ölen kahraman için cenaze töreni düzenlendiğini okuduk bir gün.
Bazı dizilerde başkomiser rolü oynayanları polis çevirince “amirim buyurun” dediğini birebir dinliyoruz hâlâ...
Sevgililerin arasını açan kadın rolü oynayan oyuncuların bazı yerlerde hakaretlere uğradığını da...
***
İşin komiği, bu yalnız sokaktaki adamın sorunu da değil.
Tarihle ilgili yazılmış kimi romanların yıllarca referans sayıldığı, politik tartışmalarda delil diye sunulduğu, bu türden kitaplar yayımladığı zaman mutlaka birilerinin bu konuda düzeltmeler yazma ihtiyacı duyduğu, hele ünlü tarihi kişilikler üzerine yazılmışsa mutlaka tartışma yarattığı bir ülkede yaşıyoruz.
Peki, ama yıllarca Tarkan filmlerini, Malkoçoğlu’nu filan izleyen, İstanbul’un fethi sırasında kol saati takan artistlerle dalga geçen biz değil miydik?
Yoksa o zaman o filmlere de mi inanıyorduk?
Cüneyt Arkın yoksa sahiden de dünyayı kurtaran adam mıydı?
Ve son bir soru: Madem izlediğimiz her filmi bu kadar ciddiye alan bir toplumuz, neden bizim sinemamız bir türlü gelişmiyor?
Yorum Gönder