23 Nisan’ı, dün hem Ulusal Egemenlik hem de Çocuk Bayramı olarak kutladık.
Televizyondan kutlamaları izlerken, bugünü ulusuna armağan eden Atatürk ile sivil-asker mücadele arkadaşlarını saygı ile andım. Atatürk’ü bilinçli bir inatla sadece Gazi Mustafa Kemal olarak seslendiren zihniyet, onun devrimci kimliğini görmek istemez.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’na başkomutanlık etmiş bir eski asker ve Cumhuriyetin kurucusu olarak değerlendirmeyi, genç bir subay iken Selanik’te arkadaşları ile söyleşiler düzenleyip ümmet toplumundan çağdaş bir ulus oluşturmak için planlar yaptığını unutturmayı amaçlar..
Başta Sayın Cumhurbaşkanı, siyasi parti başkanlarımızın 23 Nisan için yayımladıkları mesajlarda, özellikle dün kuruluşunun 92. yıldönümü nedeni ile özel gündemle toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde liderlerin yaptıkları konuşmalarda, egemenliğin ulusun olduğu ilkesi kaçıncı kez vurgulandı.
Ancak özellikle o egemenliği millet adına kullanan çoğunluk partisinin genel başkanının ağzından, toplumun bütün katmanlarının iradelerinin “temsilde adalet” ilkesinin parlamentoya yansıtılmasının sağlanacağını, bu bayramın müjdesi olarak duymak imkânı olmadı.
Başbakan, özellikle Kürt halkının örgütlü ve istiyorlarsa birden fazla parti ile Meclis’te yer almasının, giderek kangrenleşen sorunu çözmeye büyük ölçüde katkı sağlayacağını anlaşılan hesap etmek istemiyor.
Bu nedenle de seçim barajını, hem de yüzde 10 gibi yüksek bir çıtada tutmayı kendi partisinin yararı açısından muhafaza ediyor.
Bir yandan 12 Eylül’ün getirdiği yasalara karşı çıkar gibi görünmek, öte yandan o rejimin seçim sistemimize yerleştirdiği barajdan medet ummak! Demokrasiyle nasıl bağdaşır?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra, içtenlikle vurguladığı “Gelin barajı ya tamamen kaldıralım ya da aşağıya çekelim” çağrısı iktidar partisinden olumlu yanıt alamıyor. Dolayısıyla Kürtlerin desteklediği parti ya da partilerin yöneticileri, hülle yöntemini kullanarak adaylarının bağımsız kimlikler ile seçimlere katılmalarını bir çözüm seçeneği olarak görüyorlar.
Bu çözüm sadece bölgenin tarihi feodal yapısını muhafaza etmekle kalmıyor. O yapının güçlenmesine de yol açıyor. Emekçi halkın yerine ağalar ya da onların desteklediği kimseler TBMM sıralarında Güneydoğu’nun değişmez temsilcileri olarak oturmayı sürdürüyor.
Ulusal egemenlik ilkesini büyük ölçüde gölgeleyen ikinci güncel sorun, tutuklu milletvekillerinin durumudur.
Milli irade kavramına içtenlikle inanmış olanların beklentisi, hiç değilse 23 Nisan 2012 Pazartesi günkü özel oturuma bu 8 milletvekilimizin katılmaları ve Sayın Cemil Çiçek’in konuşmasından önce anayasadaki andı içerek son sözün tam gerçekten sandıkta olduğunu belgelemeleri gerçek bir bayram müjdesi olmaz mıydı?
Bu konuda da BDP ve CHP’nin gerçek halk iradesinin sözcüleri olduğunu görmek; AKP’yi bir yana bırakarak belirteyim, MHP’nin sorunu yokuşa sürmesini anlamamak üzücüdür.
MHP sözcülerine göre, tutuklu milletvekilleri yani sadece CHP ve MHP’li 3 parlamenter özgür olmalı; “bölücülük”le suçlanmış olanlar, davalarının sonuçlanmasını demir parmaklıklar arkasında beklemeyi sürdürmelidirler!
Kaç kez yazıldı.
Bu tür davalarda iddianameler, cumhuriyet savcılarının iddianameleri, genellikle Terörle Mücadele polisinin, daha açık ve kestirme anlatımı ile yürütme erkinin görevlendirmiş olduğu kimselerin dosyalarından oluşuyor. Adli polis kurumu oluşuncaya kadar da öyle devam edecek!
O halde, demir kapılar arkasındaki o 8 milletvekilinden sadece 3’üne değil tümüne özgürlük sağlamak, ulusal iradeyi yerine getirmenin tek seçeneğidir.
Ve bugünkü TBMM’de milletvekili olarak bulunanlardan, kendilerini etnik bölücülüğe adamış başka kimselerin de hem de yan sıralarında oturmakta olduğunu da özellikle MHP’liler unutmamalıdır.
Ve tüm liderler, ilk genel seçimde parlamento adaylarının, tüm üyelerinin katılacağı önseçimlerle belirleneceğini, milli iradenin olmazsa olmaz koşulu olarak görmelidirler.
Yorum Gönder