Silivri organizasyonunda, içeri atılan her yurtseverin ardından medyada insanın içini bulandıran şu türden yazılar çıktı:
- Filancayı aslında çok iyi tanımam... Aynı yerde çalıştık, ancak pek görüşmezdik... Zaten fikirlerimiz pek uyuşmazdı... Hep kuşkuyla bakmıştım... Benim hakkımda da yazmıştı vb...
Gölgesinden bile korkar hale gelmiş, bambaşka hallere dönüşmüş kalemler bu girizgâhtan sonra sanki önceden kararlaştırmışçasına hep aynı sözcüğü kullandı:
“Ama..!”
Bu sözcük her şeyi kurtarıyordu; tam da egemenlerin istediği üzere, punduna getirilip içeri atılmış, susturulmuş olanı bigüzel karaladıktan sonra, şu içten pazarlıklı, inandırıcı olmaktan çok uzak ve de sanki birlikte kaleme alınmış gibi benzeşen satırlarla bitiriyorlardı:
- Ama her şeye rağmen tutukluluğa gerek olduğunu düşünmüyorum... Uzun tutukluluk süreleri de davalara zarar veriyor...
Sözde mazlumdan yana olup aslında ‘Zulümdar’ın uşaklığına soyunan bu tür yazılar, tarih babanın defterine birer utanç vesikası olarak kazındı...
***
Soner Yalçın’ın “Samizdat-Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var mı” kitabını okurken içimden ahlak düşkünü kalemlerin tutturduğu yolu tersinden yürümek geldi... Şöyle:
“Soner Yalçın’ı çok iyi tanımam... Belki bir, iki kez yüz yüze gelmişliğimiz, birkaç kez de telefonla konuşmuşluğumuz vardır... Yani yakın çevresinden değilim... Hatta çevresinin çevresini bile tanıdığımı iddia edemem... Yazdığı kitapları büyük bir ilgiyle okudum. Efendi kitabını biraz abartılı bulduğumu anımsıyorum...
Ama... Bunlar, Samizdat’ı okurken, Ergenekon sürecinin nasıl bir kurgu olduğunu bir kez daha tüm çıplaklığıyla görmemi, yurtseverlerin, devrimcilerin adına ‘delil’ denilen hangi virüslerle, flashbelleklerle, imzasız ihbar mektuplarıyla hücrelere tıkıldığını anlamamı, kısacası vicdanımın 530 sayfa boyunca kanamasını engellemedi...”
Soner, kitabının 229. sayfasında Engizisyon Mahkemesi Yargıcı Nicholas Eymenich’in 1376 yılında kaleme aldığı, ortaçağ hukukunun şahikası şu sözlerini aktarmış:
- Bir şüpheli ya da sanık ne ile suçlandığını asla bilmemeli! Sanığa iddianame gösterilmemeli!
Bu satırları okuyunca aklıma Kafka’nın o ürpertici “Dava” romanı geldi... Bir sabah ansızın tutuklanan Jozef K’nin akıl almaz öyküsü... Aslına bakarsanız inanılmaz bir psikolojik işkenceyi anlatan “Dava”nın kahramanı Jozef K. tutuklanıyor, ama normal yaşamına devam edebileceği söyleniyordu!.. Ve yaşamına devam eden Josef K, suçunun ne olduğunu asla öğrenemiyordu. Ortada zaten bir dava da yoktu!..
Sonra Silivri tutsaklarını düşündüm; Prof. Dr. Mehmet Haberal, “Suçum ne” haykırışını kitap haline getirmemiş miydi?.. Sevgili Tuncay Özkan dördüncü yılına girdiği tutukluluğunda, her duruşmada “Söyleyin nedir benim suçum” diye haykırmıyor muydu?.. Sevgili Balbay üç yılı aşkın süredir, “Senin diye önüme koyduğunuz bu notlar benim değil, yeniden oluşturulmuş” diyor ve bunu ispatlamıyor muydu?..
- Unutmadan; Engizisyon Yargıcı Eymenich tarafından kaleme alınan yukarıdaki sözler daha sonra Francisco Pena tarafından geliştirilerek Engizisyon mahkemelerinin temel başvuru kaynağı olan, “Engizisyon Yargıcının El Kitabı” yazıldı...
***
Önceki gün İzmir Kitap Fuarı’ndaydım. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin, Mustafa Balbay adına oluşturduğu simgesel “cezaevi tecrit hücresi”nde sevgili kardeşimin cezaevinde elleri nasır tutarak yazdığı kitaplarını ona vekâleten imzaladım. Ama aynı zamanda Tuncay’ın ve Soner’in kitaplarını da getirdi okurlar, onları da imzaladım...
Ve her attığım imzada bu dik duruşlu yurtseverlerin, bu yiğit devrimcilerin önünde bir kez daha saygı ve sevgiyle eğildim...
- Eğer “Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Varsa” Samizdat’ı mutlaka okuyun..
1300’lerin engizisyonunu duyumsayacaksınız...
Yorum Gönder