Sevgili Hüseyin Baş…
Önceki gün Leylâ Erbil telefon edip haber verdiğinde…
Bir kapı kapandı. Aydınlık bir yola açılan kapının ardında “Dostluklar Dünyası” vardı. Her acı haber geldiğinde o dünyayla aramda bir duvar daha örülüyor, bir kapı daha kapanıyor.
Belleğimdeki en eski fotoğraf, 60’lı yıllardan: Cağaloğlu’nda, bir zamanların Vatan Matbaası’nın bulunduğu “Yeni Gazete”nin koridorları… Kültür ve sanat birikimine gıpta ettiğim deneyimli gazeteci senle, çömez bir gazeteci adayı ben… Sonsuz nezaket ve inceliğinle, güler yüzünle, eşsiz mizah anlayışınla aradaki mesafeyi hemencecik eritiyorsun…
İşçi Partili’ydin, çeşitli gazete ve dergilerin dış politika yazarıydın ama belki de Paris’te geçirdiğin yılların sonucu kültürel birikiminden damıttıkların yazılarına sinerdi…
Çok daha net, her an içimi ısıtmaya yarayan bir başka fotoğraf: Onat Kutlar, Jak Şalom ve sen… Yaşasın Sinematek Günleri! Sizin aranızda dünyanın en zengin insanı gibi hissediyorum kendimi! Her buluşma, her film, her kitap, her sohbet, yepyeni ufuklar açıyor önümde… 70’lerdeyiz: Edebiyatla politika iç içe ilerliyor… Sanat dergisini çıkarıyoruz. Aşkı, umudu, memleket halini, hasretleri, ortak düşleri konuşuyoruz geceler ve gündüzler boyu…
12 Mart darbesinde, başı sıkışan, aranan, kovalanan her insana yardım elini uzattığını, onlar için nasıl seferber olduğunu acaba kaç kişi bilir ki! Dünyayı kucaklardın, kimselere çaktırmadan!
12 Eylül darbesi, silindir gibi geçerken üzerimizden, Barış Derneği tutukluları arasındaydın. Senin içeride, hapiste ördüğün dostluk kozaları, geliştirdiğin mizah silahı, inan biz dışarıdakileri bile kahrolmaktan, kaybolmaktan kurtarır, dışarıdakileri de yüreklendirirdi!
İşte Onat Kutlar’ın “Öylesine ortak bir umut ve bilinçle paylaşıyoruz ki yeryüzünü; yaşama öylesine inanıyoruz ki” diye başladığı ve “yeter ki kararmasın” diye bitirdiği o muhteşem mektuplar sanaydı ve senin aracılığında düşünceleri ve yazdıkları, söyledikleri nedeniyle içeri tıkılanlaraydı…
Bu devlet seni de “suçlu” yaptı ya, artık ne desem boş. Ancak şimdi askeri darbe yok ama değişen bir şey de yok. Önce içeri tıkılıyor insanlar, sonra “suç” ayarlanıyor… Bunu en iyi sen biliyordun …
Sevgili Hüseyin Baş;
Sen seçimini çoktan yapmıştın. Daha güzel, daha aydınlık, şiddetten arınmış bir dünya peşinde koşarken bizlere kahkaha çiçekleri sunmaktan hiç ama hiç geri kalmadın. Yaşamak, sevinmek, üzülmek, muhteşem bir şölene dönüşürdü seninle…
Şaka gibi ama aramızdan ayrılmak için sinema festivalinin açılış gününü seçtin! Sayısız dostun o dönüşü olmayan yolculuğa çıktığını sahnede Tarık Akan’dan öğrendi.
Ali Özgentürk’ün ödül konuşmasını gözyaşları içinde dinledim… Ülkemdeki ileri ve geri mücadelesinde, senin katkılarını düşünerek şimdiden eksikliğini iliklerimde duyarak, o zeki gülümsemeni müthiş özleyerek dinledim. Ben de Ali gibi kadehimi ve sol yumruğumu senin şerefine kaldırıyorum. “Gece uzun olsa da, güneş mutlak doğar” diyorum. Ne de olsa yeryüzünde hâlâ en güzel, en aydınlık yemiş: Umut.
Yorum Gönder