Sevgili okurum Zeynep Candan, “15 Nisan tarihli ‘Çevik Bir Deyince’ yazınızı temel bir noktada eleştirme gereği gördüm” diye yazıyor:
“28 Şubat’la ters düştüğünüz yazılarınız hangileriydi? O zaman Milliyet’te yazdığınızdan ve ben Cumhuriyet okuru olduğumdan bilemiyorum... Bunların laiklikle ilgili yazılarınız olduğunu sanmıyorum. Çünkü sizin o konudaki duyarlılığınız su götürmez benim için! Bu hassasiyetinizi...
…diğer çok yazınızda olduğu gibi bahsi geçen yazınızda belirtmenizi beklemek benim de pek çok okurunuzun da hakkıydı..”
Zeynep Hanım haklı. Aşağıda 22 Ocak 1998 tarihinde Refah Partisi’nin kapatılmasının hemen ardından “Milliyet”te yazmış olduğum bir yazıyı yayımlıyorum. Bu arşiv yazısı; REFAHYOL, 28 Şubat ve Refah’ın kapatılmasını içeren tüm sürece bakışımı özetlemektedir.
Yüzde seksenin hezimeti
Demokrasiye bağlılığı kanıtlanmamış bir partinin iktidara getirilmesi, Cumhuriyet tarihinin en büyük hatalarından biriydi. Bu yüzden RP iktidarına ben, ilk günden karşı çıktım. REFAHYOL için yapılan güven oylamasından iki gün önce örneğin, “Satılık Demokrasi” başlığıyla, bu sütunda yayımladığım yazıda, “Siz de benim gibi Refah dışındaki partilerden birine oy veren yüzde 80 içindeyseniz, kendinizi ‘aldatılmış’ ve ‘tuzağa düşürülmüş’ hissetmelisiniz” demiştim: “TC’nin en temel çizgisi üzerinde söz hakkımız yoksa, ne için seçim yapılıyor bu ülkede? Refah’a karşı kampanya ile oy talep eden ‘laik düzen’ partisi DYP’nin, seçim sonrasında RP ile koalisyona oturması ‘siyasi ahlaksızlığın’ en büyüğü ve tehlikelisidir. ‘Tehlikeli’ çünkü, seçmenlerin oyunu bir şekilde gasp ederek iktidara gelen hükümetler, güvenoyu alsalar da iktidarlarını ‘meşru temele’ oturtmazlar. Demokrasilerde hükümetler, ‘meşruiyetlerini’ yönetilenler arasında konsensüse dayanan ahlaki temelden alır. REFAHYOL bunu hem siyasi hem de genel ahlak anlamında yok sayan bir hükümettir. Halkın gözünde ahlaki meşruiyeti kazanmamış bir siyasi sınıf kendisini ‘güvensiz ve zaaf içinde’ hisseder. Güvensizliği kapatmak için yapacağı ilk şey, gerilimi tırmandırmaktır. Meseleye ‘bir de bu denensin’ hafifliği içinde bakmamamın nedeni bu...” RP’nin iktidara taşınmasını mazur gösteren bir diğer gerekçe de şuydu: “DYP, Refah’ı merkeze çeker. RP de Avrupa’daki Hıristiyan demokrat partiler gibi olur...” “Buna inanan kendini kandırır” diye yazmıştım gene o yazıda. “Hıristiyan demokrat partiler, ‘faşizme direniş’ hareketinin içinden çıktı. İdeolojik açıdan kiliseye, siyasi açıdan AB, ABD ve NATO’ya yaslandılar. Bizimkiler tam tersine söylemlerini Arap ve İslam ülkelerine dayandırıyorlar. Hıristiyan demokratlar, geniş bir aydın sınıfın desteğini alan, geniş tabana yayılan, sınıflararası partilerdir. Refah, ‘sistem dışı’ kalan kitlelerin kimliği ile örtüşmüş, uç bir ‘protesto partisi’...”
Bunları “Haklı çıktım!” demek için yazmıyorum. Bilakis. Bugün Refah Partisi’nin kapatılmış olmasını, yalnız yüzde 20’nin değil, yüzde 80’in hezimeti olduğunu düşündüğüm için yazıyorum. Varılan noktada yüzde 80’in de demokratik olgunluktan çok uzak olduğunu düşünüyorum.
Yüzde 80, demokratik oyunun kurallarını hazmetmiş olsaydı, RP’nin MGK kararlarıyla iktidardan uzaklaştırılmasına ve arkadan da Anayasa Mahkemesi kararlarıyla kapatılmasına meydan vermez; olan bitende sevinilecek, memnun olacak yan görmezdi.
Verilen oyları “açık çek” görmeyen bir yüzde 80, vaktiyle oylarının hesabını sorardı çünkü. “Mücahit Erbakan”ın başbakanlığa çıkmasına izin vermez, “Anıtkabir yürüyüşleri”ni zamanında yapar; “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganlarını zamanında atardı. Askerden işaret aldıktan ve iş işten geçtikten sonra değil, tepkisini güven oylamasından önce gösterirdi. Yalnız ‘laik DYP’liler değil, laik düzeni savunan tüm partilerin seçmenleri, temsilcileri ve kadınlar; güvenoyu arifesinde “biz bunun için oy vermedik” diye gidip Meclis’in kapısına dayansalardı, protestolarını yapsalardı; REFAHYOL kurulabilir miydi? Köşe yazarları “Bu da denensin!” ya da “RP de sistem partisi olur. Kirlenir ve oy kaybeder!” sığlığında analizler yapmasalardı; bu emrivaki yaşanır, REFAHYOL kader olur muydu? Demokrasinin aldığı yarayı, bu nedenle bugün ben, Refah değil en başta bizim -yüzde 80’inin- sorumluluğu olarak görüyorum. Altı milyon seçmenin oyunu alan Refah’ın kapatılması çoğulculuk, sivil toplum, fikir ve ideoloji mücadelesinin hezimetidir. Demokrasi, onu bunu dışlama rejimi değil, uzlaşma rejiminin adı, siyaset yapabilme, üretebilme, tartışabilme ve önerme rejiminin adıdır.
Siyasi anlamda “evsiz - barksız” altı milyon insanımız var şimdi. Bu toplumun koskoca bir parçası. Demokrasi oyununun kurallarını hazmetmeden iktidara gelmelerini engellemek kadar, onları bu oyun içinde tutmak da bizim sorumluluğumuz ve olgunluğumuz olmalıydı.
Bu insanları; “demokrasi amaç değil araçtır” noktasından; “demokrasi amaçtır” noktasına getirebilme direnç ve sabrını gösterebilmeliydik.
Askerlerin koruyucu kanadı altına sığınacağımıza, siyasi zekâ sergilemeliydik. Siyasi mücadeleyi mahkeme salonlarına taşıracağımıza, Meclis’te yapmalıydık. Seçim sistemini değiştirmeliydik. Refah oylarını, yüzde 20’ye şişiren barajları kaldırmalıydık. DEP’in kapatılmasına, HADEP’in dışlanmasına seyirci kalmamalıydık. Bir çarpıklığın, diğer çarpıklığı üretmesine fırsat vermemeli; “rejime tehdit” görülen güçleri sistem içinde izole etmeliydik. Bu amaçla güçlü “sol” ve “sağ” ittifaklar kurabilmeliydik. Gerçek demokrasi mücadelesi yapabilmeliydik kısaca.“Şekli” demokrasi yerine, İngiliz, Fransız, Alman ya da İtalyan tarzı “gerçek” bir demokraside yaşasaydık eğer, Refah zaten ’95 seçimlerinden ilk değil, üçüncü parti çıkacaktı. Bunu unutmayalım...
Yorum Gönder